A Travellerspoint blog

Yogyakarta Gezi Notları

Jogyakarta - Endonezya

Yogyakarta Endonezya'nın Cava Adası'nda bir şehir. Cava Adası dünyanın en kalabalık adası, Endonezya içerisinde de Yogyakarta’nın özel bir yeri var. Burası Endonezya’da kendi içerisinde yönetilmesine izin verilen nadir yerlerden biri.

pexels-nick-wehrli-5282269.jpg

Endonezya gezimde ilk durağım Yogyakarta oluyor. Endonezya 17 binden fazla adadan oluştuğu için gezmesi kolay olmayan bir ülke. Eğer gezi planlarınız içerisinde varsa, gezeceğiniz bölgeyi daraltmanız gerekiyor. Ben de gezimden maksimum faydayı alabilmek için Cava Adası içerisine odaklandım.

Başkent Jakarta içinden çıkılmaz trafiği ile pek çok gezginin girmek istemediği bir şehir. Bu yüzden burası genellikle uçakla gelirken ilk durak olarak seçiliyor ancak daha sonra hava alanından çıkılmadan diğer bir şehre uçuluyor. Ben de biletler daha uygun diye ilk önce Jakarta’ya uçtum. Yogyakarta’ya Singapur, Malezya gibi bir kaç ülkeden direk uçuş bulmak mümkün, ancak daha pahalı. O yüzden önce Jakarta’ya gelip, buradan Airasia, Lionair, Citilink, Batik Air gibi yerel ucuz hava yolları ile aktarma yapmak daha ekonomik.

İstanbul’dan gece 10 gibi bindiğim uçağım Doha aktarması ile birlikte, diğer akşam 10 gibi Jakarta’ya varıyor. Uluslararası havaalanı, 3 farklı terminalden oluşuyor ve terminaller arası ulaşım taksi, havaray veya ücretsiz servislerle sağlanıyor. Gece saatlerinde servis süresi aralığı 1 saate çıkabiliyor, o yüzden uçağınızın varacağı terminal ile, iç hat uçağınızın kalkacağı terminaller hakkında iyi bir şekilde bilgi sahibi olmak gerekli.

Yogyakarta’ya ilk uçak sabah 5’te. Saat farkından dolayı uyumadan uçağımı bekliyorum. Airasia’dan aldığım uçuşum, sabah ilk uçuş olması sebebiyle olsa gerek, rotarsız kalkıyor. Endonezya’ya da ekonomi sınıfı hava yolları rötar ve kaza konusunda pek bir ünlüler. Uçakta uykum ağır basmaya başlıyor. Eğer günü uyumadan geçirebilirsem, jetlegi de yenebilirim. Ancak uykuya yenik düşüyorum ve akşam üzeri uyanıyorum. Böylece bir günümüz harcanmış oluyor. En azından yarın güne vaktinde başlarım diye kendimi avutuyorum.

Yogyakarta bana oldukça düzenli geliyor. Telaffuzu biraz değişik, yazıldığından farklı olarak "jogjakarta" olarak okunuyor. Yada yerel insanlar kısaca "jogja" demeyi tercih ediyor. Burada ramazan bayramı bizdeki gibi 3 gün değil, bir hafta sürüyormuş, o yüzden tüm dükkanlar kapalı. Döviz bürosu bulmakta zorlanıyorum. En son bir avmnin içerisinde bozdurulduğunu öğreniyorum.

Şehir oldukça düzenli, yollarda yer yer çöpler göze çarpıyor ama evlerin önü temiz ve boyalı. Diğer Asya ülkeleri ile karşılaştırdığında Endonezya gözüme daha modern görünüyor. Bir Singapur değil ama etraf daha temiz, dilenciler, yollarda yatanlar yok, evler gayet güzel ve bakımlı.

Yogyakarta ülkenin kültür şehri olarak biliniyor. Ayrıca üniversiteleri ile bilinen bir şehir. Kendine özel bir yönetimi var ve burada demokratik seçimler yapılmıyor, sultanlık babadan oğula geçiyor. Bir kez merkezi hükümet seçim yapmaya çalışmış, onda da şimdiki sultan aday olarak ezici bir çoğunlukla seçimi kazanmış.

Yogyakarta Ulaşım Ulaşım- Motorbisiklet kiralamak Kolay mı?

Şehir içinde motorbisiklet ve araçlarla ulaşım ağırlıkta. Toplu taşıma var ama yok denecek düzeyde. Eğer B sınıfı ehliyetiniz var ve motor kullanmayı biliyorsanız çekinmeden bir tane kiralayıp kullanabilirsiniz. Trafik polisi yok denecek kadar az ve kurallara pek uyulduğu söylenemez. Eğer sizi bir polis durdurursa muhtemelen rüşvet almak için durdurmuş demektir. Ceza kesmesini isteyebilir ya da elden vermeye çalışabilirsiniz. Ancak burada 10 yaşında çocuklar bile motor kullanıyor. O yüzden çok takılmayın. Motor kiralarken Sadece pasaport fotokopisi ve bilgileriniz alınıyor. Günlük kira yaklaşık 75.000 rupi, yani yaklaşık 5 dolar. Benzin için yol kenarlarında açıkta satılan yerler göreceksiniz. Benzinci aramayın, bir şişe benzin 10.000 rupi, yani yaklaşık 60 cent, 2 şişe ile depo doluyor zaten. Kiralama için dikkat edilecek husus, otelinizin ya da hostelinizin önerdiği tanıdık birilerini bulmak ve almadan önce üzerindeki çizikleri kontrol edip, mümökünse videoya çekmek.

Eğer motorsiklet kullanmayı bilmiyor ya da burada o riski alamam diyorsanız onun da kolayı var. Asya’da Uber'in muadili Grab’i kullanabilirsiniz. Üstelik kredi kartınızı kullanmak zorunda bile değilsiniz. Uygulama aynı zamanda google haritalara entegre. Uber’de olduğu gibi uygulamada gitmek istediğiniz yeri seçiyor, taksi veya motorsiklet arasında seçim yapabiliyorsunuz. Fiyat ekranda çıkınca aracınızı çağırabilirsiniz. Bir kaç kez denedim, hepsinde de bir kaç dakika içinde alındım. Size sırtında "Grab" yazan motorsiklet sürücüleri yardımcı oluyor, kaskınızı veriyor ve haritada istediğiniz yere götürüyor. Tek yapmanız gereken, ekranda gördüğünüz nakdi elden ödemek.

pexels-tom-fisk-4115453.jpg20180619_112309.jpg

Yogyakarta’ya 3 gün ayırdım ancak 2 günün de yeterli olabileceğini düşünüyorum. Ayrı bir yazıda gezilecek yerlerini yazacağım ancak benim gezdiğim yerlere gelirsek, ilk gün Sultanın Sarayı ve Tamansari denen yeri gezdim. Buraları günü birlik gezilmesi için oldukça merkezi yerler ve en fazla bir kaç saatinizi alacaktır.

İlk önce Tamansari’ye geliyoruz. Burası Endonezya dilinde çiçek bahçesi demekmiş. Water Castle - Su Sarayı olarak da biliniyor. Yapımı 18.Yüzyıl'a kadar dayanıyor. Giriş yerel kişilere farklı, yabancılara farklı. Yabancılar için giriş ücreti 15.000 rupi, yaklaşık 1 dolar. Ulusal tatil gününe denk geldiği için adım atacak yer yoktu. Çok fazla büyük bir alan değil, rehber eşliğinde, en azından internetten bilgileri okuyarak gezmenizi tavsiye ederim. Yoksa ingilizce açıklama bulmanız pek mümkün değil. İlginç bir konu daha, her ne kadar ismi saray olsa da, halen "Batik" denen yerel insanların da yaşamaya devam ettiği bir alan, bir ucunda gezerken, birinin bahçesine girmiş olabiliyorsunuz. Sarayı gezerken güvercin kafesiyle karşılaşmam bana ilginç geldi.

Ziyaret ettiğimiz diğer mekan "Kraton" denen, sultanın sarayı. Taman Sari’den uzaklığı yürüyerek yaklaşık 10 dakika. Açıkçası benim için tam bir hayal kırıklığı oldu. İçeride sadece bir kaç eski resim, boş odalar ve eski elbiseler var. Çok daha donanımlı olabilirdi diye düşünmeden edemiyorum. Yine de girişte size yardımcı olmak isteyen rehberlere bir miktar ödeme yaparsanız, boş mekanlar biraz daha anlam kazanacaktır.

Giriş ücreti kişi başı 7.000 rupi, yaklaşık 40 cent. Ayrıca içeride fotoğraf çekmek istiyorsanız ilaveten 2.000 rupi daha ödemelisiniz.

Günümüz bitmeden yakında bulunan bir şelaleye gitmek istiyoruz. Ancak şehrin yaklaşık 10 km kadar dışarısında, ismi "Kedung Şelalesi". 10 km kısa görünebilir ancak köy yollarında ulaşmak 30 dakikayı alıyor. Şelaleye yaklaştığımızda insanların bakışları garip gelmişti ancak, sebebini şelaleye varınca anladım. Benim geldiğim ay olan haziran buranın kuru mevsimine denk geliyor, dolayısıyla şelale falan yok. Usulca akan bir su birikintisi kalmış geriye. Asya’nın her tarafında aynı durum geçerli, yağışlı mevsimde değilseniz şelale yürüyüşü yapmak mantıklı değil, vazgeçebilirsiniz.

Diğer yaptığımız gezi "Pinus Pengger" denen bir ormanı ziyaret etmek. Burası şehrin sıcağından kaçmak isteyen Yogyakartalıların kamp yapmak için gittikleri bir ormanlık alan. İnsanlar için biraz daha çekici hale getirilmiş. Çeşitli şekillerde süslenmiş ağaçlar ve güzel manzaralar var. Burası da şehirden yaklaşık bir 10 km uzaklıkta, altınızda aracınız varsa gelinebilir.

Hava burada erken kararıyor. Yarın tam gün Borobudur ve Pranbanam turumuz var. Fazla zaman harcamadan hotelimize dönüp dinleniyoruz.

Borobudur Tapınağının Tarihi, Giriş Ücretleri, Ulaşım?

Borobudur dünyanın en eski Budit tapınağı. 7-8, yüzyılda inşa ettirildiğpi düşünülüyor. 2 mi,lyondan fazla taş çivardan toplanarak bir araya getirilmiş, harç kullanılmadan bir tapınak inşa edilmiş. Hikayenin ilginç. yanı 15.yüzyılda müslümanların adayı işgaliyle birlikte, budist keşişler farklı yerlere göç etmiş. Volkanik yapıdaki bölgede meydana gelen patlamalar sonrası burası kül tabakaları altında kalmış ve varlığı unutulmuş. Efsanelerde hikayesi anlatılmış ancak yeri unutulmuş. Ta ki 1800'lerin başında o zaman Singapur'da yönetici sınıfında olan Sir Thomas Raffles efsanelerin peşinden gidip yıkıntıları gün yüzüne çıkarmış ve restorasyon çalışmalarına başlanmış. Yapının bugünkü şeklini alması 1968 yılına kadar sürüyor. Unesco'nun çabaları ile harabe haldeki 1 milyondan fazla taş parçası tekrar eski haline getiriliyor ve tapınak tekrar hayat buluyor.

Bu 2 tapınak Yogyakarta’nın en turistik yerleri. Dünyanın dört bir yanından gezginler sadece bu tapınakları görmek için buraya geliyorlar.

Her iki tapınağı aynı güne sığdırmak mümkün. Borobudur’u genellikle gün doğumunda ziyaret tercih ediliyor. Prambanan’a göre daha küçük, en fazla 2 saat zamanınızı alacaktır. İster turla isterseniz de kendi başınıza ziyaret etmeyi düşünebilirsiniz. Turla ziyaret edecekseniz saat 3 gibi otelinizden alınıyorsunuz. Tapınak şehrin yaklaşık 1 saat uzağında. Yolculuk, güneş doğuşu, serbest zaman ve dönüş için 4 saat yetiyor. Eğer kendiniz araç yada motorsikletle gelecekseniz, kapıda giriş için 25 dolar ödemeniz gerekiyor. Eğer Prambanan’ı da görmek istiyorsanız combo bilet alarak, birkaç dolar kar edebilirsiniz. Gün doğumunda ortalığın kalabalık olacağını tahmin edersiniz. Ancak güneş doğduktan bir süre sonra kalabalıklar kayboluyor ve fotoğraf çekmek için pek çok imkanınız oluyor.

Gündüz 9’dan sonra da bu kez yerel turistler gelmeye başlıyor. Bu iki saat arasında bir zamanı seçmeniz sizin yararınıza olacaktır. Benim bulunduğum dönem maalesef ramazan bayramı tatiline denk geldiği için yılın en yoğun dönemine denk geldi. Aslında Türkiye’de tatil sadece 3.5 gün sürmesine rağmen, Endonezya’da tatil 1 hafta, her yer kapalı ve insanlar bayram tatili için sürekli hareket halindeydi.

Borobudur girişinde yabancılar için ayrı bankolar var, bilet alırken fazla beklemiyorsunuz ancak içeride bekleme kuyrukları uzuyor. Tüm girişlerde ilaveten beklemek zorunda kalıyorum. Meşhur çan şeklindeki tapınakta adım atacak yer yok, fotoğraf karesine insansız bir yer sığdırmak adeta imkansız. Bir de bu yetmiyor gibi, herkes turistlerle fotoğraf çektirmek istiyor. Kendine güvenenler gelip soruyor, diğerlerinin çekindikleri belli, ama birileri fotoğraf çektirmeye başladıkça diğerleri de sıraya giriyor. Başta garip bulup tamam dediysem de bir süre sonra sıkıcı bir hal almaya başlıyor. Etraftaki diğer beyaz tenli yabancılarında benzer durumda olduğunu görüyorum. Yine de kırmamak için ses çıkarmıyorum.

Biz kendi imkanlarımızla motor kiralayarak tapınaklara ulaştık. Navigasyon üzerinde mesafeler kısa görünse de buralarda mesafeler normalden daha uzun, trafik, yolların darlığı, süreleri uzatıyor. Tapınak yanlarında bulunan iş yerleri motorlar için park yeri açmışlar, süre kısıtı olmadan 2000-3000 rupiye, tüm gün motorunuzu bırakabilirsiniz. Kasklarımızı bile üzerinde bıraktık, güvenebilirsiniz.

Şehre dönüp birer kahve içtikten sonra diğer bir tapınak Prambanan için tekrar yola koyuluyoruz.

Prambanan Tapınağının Tarihi, Giriş Ücretleri, Ulaşım?

Prambanan ise Hindu tapınağı. 9.yüzyılda 50 yıllık bir çalışmayla inşa ettirilmiş. Hindu inancında yer eden önemli 3 ilah olan Shiva, Vishnu ve Brahma'ya adanmış. Bölge oldukça geniş bir alana yayılmış olup, 250'den fazla irili ufaklı tapınağın bir araya gelmesiyle oluşmaktadır. Günümüzdeki halini alması 1937'de başlatılan restorasyon çalışmaları sonrasında oluyor.

Burası Borobudur’la kıyaslandığında çok daha büyük bir alana yayılmış durumda. Öğlenden sonra güneş tapınakların üzerinden batıyor, sabahın erken saatleri güzel kareler çekmek için en uygun zamanlar. Burası da kalabalıkta Borobudur’u aratmıyor. İnsan seliyle birlikte güçlükle hareket ediyoruz. Giriş ve çıkışımız arasında 2 saate yakın bir süre var. Açıkça söylemek gerekirse Borobudur kadar etkileyici değil, Giriş ücretleri de fazla abartılı. Eğer süreniz ve paranız kısıtlı ise, sadece Borobudur’u düşünebilirsiniz.

Günün sonunda Bromo yanardağı gezimiz için Surabaya'ya nasıl geçeceğimize karar vermemiz gerekiyor. En ekonomik ve hızlı yol tren yolculuğu. Bromo dağına yakın konumdaki Malang, Surabaya ya da Probolinggo’ya gelmeyi düşünebilirsiniz. Bizim bulunduğumuz dönem bayram tatiline denk geldiği için tren biletleri çok önceden tükenmişti. Yogyakarta-Surabaya uçak biletleri de yaklaşık 50 Usd’ye bulunabilir. Diğer bir yöntem Giwangan Otobüs Terminalinden otobüs ile gitmek. Internetten satış yok, istediğiniz gün direk garaja gidip, biletinizi alıyorsunuz. Biletler yaklaşık 3 usd ama otobüsler çok rahatsız ve kirli, ayrıca yüksek sesli müzik çalınıyor. Bir de fazla noktada duraklama yapıyorlar. Eğer kişi başı 15 Usd vermeye razı iseniz, hotel ya da hostelinizden özel turlar ayarlamasını isteyebilirsiniz. Biz öyle yaptık, genellikle sırt çantalı yabancılar oluyor, minibüsler biraz küçük ama yolda fazla durmadan sizi kalacağınız yere bırakıyorlar.

Sabah 9 gibi Yogyakarta’dan ayrıldık, akşam 9 gibi de kalacağımız yere vardık. Sadece 300 km'lik yol yaptığımız düşünülürse, yolların ne kadar kötü ve trafiğin ne kadar sorunlu olduğu anlaşılabilir. Bir sonraki durağımız Bromo Dağı için, Camero Lawang. Bromo yazısında görüşmek üzere..

Posted by mesuttoker 08:45 Archived in Indonesia Tagged indonesia jogyakarta Comments (0)

Kosova Gezi Notları

Kosova

Avrupa’nın yeni ülkesi Kosova, beklentilerden çok daha fazlasını veren, küçük ama çok güzel bir ülke. Ülkenin geçmişi yüzlerce yıl önceye gitse de, Kosova özgürlüğünü kazanalı henüz 10 yıl oldu. Dünyanın yarısı halen kendilerini tanımıyor, ancak onlar ülkelerini biraz daha tanınır kılabilmek için ellerinden geleni yapmaya devam ediyorlar.

20180512_114028.jpg

Bir kaç yıl önce yaptığım Balkan ülkeleri turunda Kosova’dan Belgrad’a geçemeyecek olduğumdan, yolu da uzatmamak adına istemeden seyahat rotamdan çıkarmıştım. Geçtiğimiz hafta sonu bu ülkeyi ziyaret etme fırsatı buldum. Balkanlar’da yaptığımız gezilere ait yazılarımızı okumak için sizi şöyle alalım.

Kosova uzun yıllar savaşlar ve çeşitli iç çekişmeler nedeniyle yeterince gelişmemiş, vatandaşları yurt dışına gitmek zorunda kalmış, günümüzde de ayakları üzerinde durmaya çalışan bir ülke. Ülkenin çok büyük bir kısmı Arnavut. Sırp ve Türkler en önemli diğer azınlık grupları. Balkan savaşı sonrası Türkiye’ye de azımsanmayacak bir göç vermiş. O yüzden günümüzde herkesin bir şekilde bir Arnavut akrabası, arkadaşı ya da tanıdığı mutlaka vardır. Bizim de ailemizin önemli bir kısmında Arnavut kanı bulunduğundan kuzenimle gitme planlarımız netleştiğinde, büyüklerimizden orada tanıdıklarımızın olduğunu öğrenip onlarla irtibata geçtik. Aslında derdimiz gittiğimizde birer kahve içip, Kosova hakkında konuşabileceğimiz birilerini bulmaktı ancak bundan çok daha fazlasını bulduk. Bizi hava alanından alıp, tüm hafta sonu aileden bir üyeleri gibi ağırladılar. Kosovalılar da, Arnavut damarlarından çok daha fazlasının olduğunu yaşayarak tecrübe etmiş olduk.

20180512_190510.jpg

Kosova ulaşım? Ülke için ulaşım nasıl sağlanıyor?

Türkiye’den yaklaşık bir buçuk saatlik bir uçuş sonrası, Priştine Adem Yaşari hava alanına indik. Burası şehrin yaklaşık 15 km dışında bir hava alanı. Avusturya, Almanya, Türkiye başta olmak üzere, çeşitli Avrupa ülkelerinden direk uçuş bulmak mümkün. Priştine ülkenin hemen hemen ortalarında bulunduğundan ve farklı yönlere en uzak noktalara bile 1-1.5 saatlik araç yolculuğu ile ulaşılabildiğinden ülke içi ulaşım genellikle şahsi araçlar ve otobüs-minibüslerle yapılıyor. Üsküp ve Belgrad’dan tren yolculuğu ile de başkente ulaşılabilir. Eğer diğer Balkan ülkelerinden buraya gelecekseniz, Balkanlarda Ulaşım yazımıza göz gezdirebilirsiniz.

Hava alanından tanıdığımız tarafından alındık, ancak kendisinden otobüs ile hava limanına ulaşımın olmadığını, 15 avroya, şehir ulaşımının taksitlerle yapıldığını öğrendik.

Ülkenin 2. büyük kenti Prizren

Biz geldiğimiz gibi Türklerin yoğun olarak yaşadığı ülkenin 2. Büyük kenti olan Prizren’e geçtik. Başkent ile Prizren arası yaklaşık 80 km olmasına rağmen, eğer toplu taşıma kullanıyor iseniz, duraklamalar ve yolun genel durumu sebebiyle yolculuk 2 saati bulabiliyor. Ayrıca düzenli seferler olmadığını, genellikle otobüslerin dolduğunda hareket ettiğini de akılda tutmakta yarar var. Biz aracımızla yeni açılan otoyolu kullandığımız için, yaklaşık 45 dakika gibi bir sürede Prizren’e varıyoruz. Otoyol ücreti 10 avro, eğer kullanmayı düşünürseniz, yol levhaları bizim seyahat ettiğimiz dönemde oldukça yetersizdi, navigasyona güvenmek daha doğru bir hareket olur.

Prizren 200.000 civarı nüfusuyla Kosova’nin 2. Büyük şehri. Şehirde Türkler ağırlıkta olduğu için, büyük küçük hemen hemen herkesle anlaşabilirsiniz. Resmi binalarda, ilanlarda Türkçeye rastlayacaksınız, çünkü Türkçe sehrin resmi dillerinden biri. Geçmişi Romalılara kadar gitmesine rağmen bizi ilgilendiren kısmı 1389 Kosova savaşına dayanıyor. Adriyatike yakın olması ve zamanın ticaret yollarına yakınlığı, bölgenin önemini arttırıyor ve Fatih zamanında Osmanlı topraklarına katılıyor. Yaklaşık 500 yıl Osmanlı egemenliğinde kalıyor. Daracık sokakları, korunmuş mimarisi, Şar Dağlarından doğup gelen Bistrica nehrinin ikiye böldüğü şehir, belki de ülkedeki en güzel manzaralardan birine sahip. Sokakları gezerken, kalesine çıkarken huzuru iliklerinize kadar hissediyorsunuz.

Osmanlı zamanında burası Rumeli Beylerbeyinin merkezi olduğundan, pek çok mimari esere sahip olmasının yanı sıra, Sarı Saltuk gibi dervişleri de ağırlamış. Ayrı bir yazımızda Prizren görülmesi gereken yerleri ,için Prizren Görülmesi Gereken Yerler yazımıza göz atabilirsiniz.

Prizren merkezi oldukça küçük. Kafeler, görülmesi gereken yerler, nehrin iki yakasında, yürüyerek 10 dakika mesafede bir bölge içerisine yayılmış. Sabah ilk işimiz, güneş daha fazla etkili olmaya başlamadan, yaklaşık 10 dakika yürüme mesafesindeki kaleye çıkmak oldu. Oldukça dik patikalarla çıkılıyor, kondisyonunuz yerinde değilse, nefes nefese kalacağınız kesin. Kale 6. Yüzyıldan beri burada, Osmanlı zamanında yeniden onarımdan geçirilmiş. Giriş yazı  tarihi itibariyle ücretsiz. Yukarıda görülmeye değer pek bir şey yok, ancak şehri yukarıdan görmek için harika bir nokta. Uzaklarda Şar dağlarının üzerinde halen karlar olduğu görülebiliyor. Ova baharın gelmesiyle yemyeşil bir renge bürünmüş. Şehrin kaleye yakın kısımlarındaki evler oldukça bakımlı, muhtemelen turistik amaçlı elden geçirilmiş, ancak uzaklarda çirkin, yüksek binalar göze çarpıyor.

IMG_20180512_201722_372.jpg

Bir saatimizi buralarda geçirdikten sonra meydana iniyoruz. Yol üzerinde inerken dini bir yapı göreceksiniz. Burası Holy Savier Manastırı, içeriye girmeye uğraşmadık. Bir turist kafilesiyle merkezdeki, aynı zamanfa Prizren fotolarında gördüğümüz Sinan Paşa Camisini geziyoruz. Dışarıdan estetik bir mimarisi olmakla birlikte, içeriden bakıldığında Türkiye’de görebileceğimiz sıradan bir camiden çok da farkı yok.

Nehir boyunca yürüyüp, fotoğraflarımızı çekmeye devam ettik. En fazla bir 5 dakika yürüyüşün ardından şehirden uzaklaştığınızı fark ediyorsunuz. Merkezde çeşitli idari binalar, konsolosluklar göze çarpıyor. Nehir boyunca her iki yakayı bir birine bağlayan pek çok köprü bizi takip ediyor. Şehir merkezinde güzel bir yemek bize göre fazla bir rakam tutmasa da, şehir dışına çıkıldıkça yerel restoranlar, köfteciler göze çarpıyor, bence tat açısından burada yemek daha mantıklı, ancak gelen geçeni izlemek istiyorum derseniz, biraz daha ödemeniz gerekecek.

Prizren için ne kadar bütçe ayrılmalı?

Arada bir kahve molası veriyoruz. Garsonumuzla Türkçe anlaşıyoruz. Şehrin merkezinde bulunan bir kafede, 4 kahve için ödediğimiz fiyat 3 avro, yaklaşık 15.-tl. Burada sanırım bizden daha pahalı olan şey giyim kuşam. Onun dışında yiyecek - içecek - konaklama gibi temel şeyler çok ucuz. Etrafta konaklamak için hostel vb. yerler görüyorum. Ancak günü birlik tura katılmayacaksanız, geceyi burada geçirmenizi tavsiye etmem. Priştine’da çok daha geç saatlere kadar yapacak aktivite bulabilirsiniz. Prizren'de kalmayı düşünürseniz, günlük 30-40 Avro bir bütçe hayli hayli yeterli olacaktır.

Biz gitmedik ancak zamanınız varsa buraya çok yakın bir diğer şehir olan Peja-Peç’i de görmenizi öneririz. Burası Türkler arasında İpek olarak biliniyor. Karadağ’a geçiş noktası. Kosova’nın en yüksek yerleşim yerlerinden biri. Orman yürüyüşleri, kırsal hayatı, köyleri için ziyaret ediliyor. Yerel insanların nasıl yaşadığına dair bir şeylere tanık olmak istiyorsanız planınıza dahil edebilirsiniz.

Kosova'nın başkenti Priştine

Çok fazla geç olmadan Priştine’ye dönüyoruz. Yol üzerinde küçük köyler bizi takip ediyor. Hayatlarını çiftçilik ve hayvancılıkla geçirdiklerini tahmin ediyorum, ancak etrafta pek fazla traktör, zirai ekipman görünmüyor. Arkadaşımıza sorduğumuzda pek çok ailenin yurt dışında yaşayan aile bireyleri olduğunu, yardım için para gönderdiklerini belirtiyor. Anlaşılan diaspora da bu ülkedeki diğer bir geçim kaynağı.

Bir saate yakın bir yolculuktan sonra başkente varıyoruz. Burası etrafı dağlarla çevrili, Prizren’le karşılaştırıldığında çok daha büyük bir yer olduğunu belli ediyor. Yine de Türkiye ölçeğinde sıradan bir şehir büyüklüğünde.

Şehrin içerisine ilerledikçe bana Tiran’ı andırıyor. Soğuk bir görüntüsü var. Binalar eski, yollar eski ve iki şeritli. Şehrin merkezine ulaşmak çok kısa bir zaman alıyor. Kalacağımız hostel, sehrin en işlek bulvarı olan Tereza Bulvarı üzerinde. Yabancı gezginlerin en çok tercih ettiği hostel Center Hostel. Cadde üzerindeki eski bir binanın son katında, asansör olmadığından 4 katı çıkmak zorunda kalıyoruz. Bizden başka pek çok kişinin olmayacağını düşünürken yanılıyorum. Bizden başka 10 civarında gezgin var. İçlerinden 3’ü Türk. Gecelik 8,5 avro veriyoruz. Burası için en uygun seçenek. Gerçi en pahalı seçenek olan Swiss Otelin bile 100 avro olduğu düşünüldüğünde yine de yüksek sayılır.

Güneş batmak üzere olduğundan pek fazla zamanımız yok, hosteldeki arkadaş bu kısa sürede nereleri görebileceğimiz hakkında bize kısa bilgiler ve bir harita veriyor. İlk uğradığımız yer kısa süre önce inşa edilen kilise oluyor. Sırp azınlık için inşa ettirilen kilise, cemaat bulamamaktan muzdaripmiş.

Kilise o saatte kapalıydı, açıkçası biz de içerisini görmek için zaten pek istekli değildik. Ancak yan tarafında bulunan çan kulesinin açık olduğunu öğrendik, burası yerel insanlar tarafından seyir terası olarak da kullanılıyor. Eğer merdiven çıkmakla sorununuz yoksa ücretsiz ancak asansör için 1 avro ödemelisiniz.

Yukarıdan manzaranın güzel olduğunu, şehrin dört bir ucunun göründüğünü belirtelim. Şehrin resmi nüfusu 500 binmiş. Ancak arkadaşımız bunun çok daha altında bir nüfus olduğunu belirtti. Yukarıdan şehrin bir ucundan diğer ucuna 20-25 dakikalık bir yürüyüşle gidilebilecek kadar küçük olduğu görülüyordu. Yine yukarıdan görülmesi gereken camileri, kiliseleri, meşhur çirkin kütüphaneyi ve “Newborn”anıtının yerini farkedebiliyorsunuz.  Priştine'nin görülmesi gereken yerlerini ayrı bir yazımızda anlatacağız.

Priştine'de ne yenir? Priştine gece hayatı?

Havanın kararması ile birlikte yağmur da bastırdı. Yemek yemek için güzel bir mekan arıyorsanız Tereza Caddesi boyunca bir kaç kaliteli mekan gördüğümüzü belirtelim. Ancak yerel halkın fazlaca rağbet ettiği söylenemez. Caddenin arkasındaki ara sokaklarda barlar, publar ve kafeler daha fazla ilgi görüyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde buraları yer bulamayacak seviyede dolmaya başladı.

Gece hayatını da görmek isterseniz, bir kaç kaliteli gece kulübünün olduğunu, giriş için eş ve kıyafet zorunluluğu olmadığını belirtelim. Yaş ortalaması oldukça düşük.

İlk gün erken kalktığımızdan yorgun düşüp biran önce hostele döndük. Ertesi gün erken kalkıp biraz daha şehir dışına çıkmak istiyorduk. Sabah erken kalkıp, tekrar arkadaşımızla buluşup, Germia denen, şehrin birkaç km dışında, insanların koşup, piknik yaptıkları orman içi bir dinlenme yerinde kahvaltı etmeye gittik.

urası şehir merkezine sadece 4 km uzakta olmasına rağmen, havanın kokusunun bile değiştiğini fark edebiliyorsunuz. Orman içerisinde, bir köşesinde topraktan patika bir koşu yolu bulunuyor. İstenirse ona paralel betondan bir yürüyüş yolu da mevcut. İnsanlar buraya koşmaya ve aileleri ile eğlenmeye geliyorlar. Yol üzerinde yarısı dolu bir yüzme havuzu görüyoruz. Arkadaşımıza burasını sorduğumuzda yazın etrafında kaydırakların bulunduğunu ve bu havuzun nehir ve gölü bulunmayan Priştine için, bulunmaz bir nimet  olduğununu anlattı. Yazın buraya çevre kasabalardan bile insanlar geliyormuş ve çok kalabalık olabiliyormuş.

Kahvaltıdan sonra arkadaşımız bizi evine davet ediyor ve gerçek Türk çayı eşliğinde bizi ağırlıyorlar.  Kendimizi hiç de yabancı olmayan bir atmosfer içerisinde buluyoruz. Oradan ayrıldıktan sonra, tekrar Tereza Bulvarı üzerindeki kafelerden birine oturup uçuş saatimizi beklemeye başlıyoruz. Hava alanına taksiyle döneceğiz, fiyat sabit bir şekilde 15 avro. Uluslararası bir uçuş yapacağız yola erken çıkmayı düşünürken, sadece 1,5 saat önce yola çıkmamızın yeterli olacağını öğreniyoruz. Gerçekten de küçük bir hava alanı ve işlemlerimizin tamamlanması ile uçuş kapısına gelmemiz sadece 10-15 dakika bir süre alıyor. Küçük hava alanının artı yönlerinden biri de bu olsa gerek.

Sadece bir hafta sonu geçirdiğimiz bu küçük ama güzel ülkede pek çok anıyı geride bırakıyoruz. Siz kimsenin ne dediğine bakmayın, fırsatınız varsa, ya da yolunuzun üzerindeyse görmemezlik etmeyin.

Posted by mesuttoker 08:15 Archived in Kosovo Tagged prizren pristine kosova Comments (0)

Filipinler'i Mutlaka Görmeniz İçin 15 Sebep!

Filipinler

Filipinleri 2017 yılının Kasım ayında ziyaret ettim. Kartpostallık sahilleri, renkli resifleri, yağmur ormanları ve doğal güzellikleriyle bildiğim, uzun süredir görmek istediğim bir ülkeydi. Seyahatimde gördüm ki, son yıllarda dünyada popüleritesi giderek artan, bu fakir Asya ülkesi, benim bildiklerimden çok daha fazlası demekmiş. Gidilecek ülkeler listesinde ön sıralarda yer almayan, daha önce bu ülkeyi düşünmemiş gezgin arkadaşların ön yargılarını kırmak için size bu güzel ülkeyi görmek için 15 sebep sunmak istiyorum;

20171119_094614.jpg


1-Deniz kaplumbağalarıyla yüzebilirsiniz.

Dünyanın çok az bir köşesinde deneyimleyebileceğiniz bir etkinliğe var mısınız? Devasa boyutlarıyla ağır ağır yüzüp, sahile yakın noktalardaki otları yiyen bu şirin hayvanları gözlemlemek isterseniz Filipinler en uygun yerlerin başında geliyor. Apo Reef, Apo Island, Balicasag ilk akla gelen yerlerden. Daha fazla detay için buraya göz atabilirsiniz.

2-Dalış severler için tam bir cennet.

Dünya'daki en gözde dalış noktalarından bazıları Filipinler'in oluşturan 7100'den fazla ada topluluğu içerisinde. Tekne turları ya da biraz daha fazla masraf yaparak özel teknelerle dalış noktalarına ulaşabilirsiniz. Burada sizi 2800'den fazla balık türü, deniz tabanını renk cümbüşüne döndüren birlerce çeşit deniz canlısı bekliyor olacak. İnanın belgeselde gördüklerinizden çok daha fazla etkileneceksiniz. Filipinler'de pek çok noktada dalış yapabilirsiniz, ancak içlerinden en meşhuru, Palawan adasındaki küçük balıkçı kasabası Coron.


3-Enfes güzellikteki pirinç tarlaları.

Ülke sahilleri, adaları, dalış noktalarının yanı sıra, kuzey ucundaki volkanları ve pirinç tarlaları ile de görülmeye değer. Ülkenin en kuzey ucunda bulunan Banaue, yüksek tepelerin yamaçlarına kurulan, taraçalı pirinç tarlalarıyla meşhur. Ülkenin başkenti Manila'dan otobüsle 7-8 saat uzaklıkta bulunduğundan ulaşmak bir sorun olsa da, yemyeşil, su altında kalmış tarlaları gördüğünüzde buna değecek.

4-Balina köpek balıkları ile yüzme şansı.

Filipinler'e gidilip, mutlaka yapılması gereken diğer bir aktivite. Bu devasa balıkların isminin köpek balığı olduğuna bakmayın, oldukça uysal canlılar, eğer korkmazsanız çok yakınlarına yaklaşarak yüzebilirsiniz. Bu aktivite için en iyi nokta, ülkenin ikinci büyük kenti Cebu'ya yakın Oslob denen sahil kasabası. Bölge halkı hayvanları sahile yakın tutmak için sürekli aynı saatlerde besliyor ve bazen ağlarla çıkışlarını kapatıyorlar. Gelişmiş bir ülkede olsa çoktan yasaklanırdı bize göre. Halen şansınız varken, görmeden gelmeyin.

5-Sıcakkanlı insanlar.

Ülkenin insanları Asya ülkelerinde görmeye alıştığımız sıcakkanlı insanlardan. Yardıma ihtiyacınız olduğunu hissettikleri anda yardımcı olmaya çalışıyorlar. Bir de ilave bir tespit, beyaz tenli insanlara karşı fazladan ilgileri var. Uzun yıllar İspanyol ve Amerikalılarla etkileşim halinde olmalarının bunda etkisi olabilir diye düşünüyoruz.


6-Kolay iletişim.

Ülke uzun yıllar İspanyolların yönetimi altında kalmış, halen ülkenin güneyinde İspanyolca konuşulan adalar mevcut. Ayrıca yerel diller içerisinde İspanyolca kelimeler seçilebiliyor. Asıl iletişimi kolay kılan ise ülkede belli bir yaş aralığındaki hemen hemen herkesle İngilizce anlaşılabiliyor olması. Amerikan kültürünün etkilerini ülkenin dört bir köşesinde görmek mümkün. Son yıllarda hükümet asimilasyonun önüne geçmek için tedbirler almış, okullarda İngilizce eğitim arka plana düşürülmüş. Küçük yaştaki insanların dışında herkesle belli seviyede İngilizce konuşabilirsiniz. Aksanlarına alışmak biraz zaman alsa da Singapur, Malezya gibi Asya ülkeleri dışında bu derece kolay iletişim kurabilmek kolay değil.


7-Aktif volkanları görme şansı.

Evet burada sadece sahiller, adalar yok. Aynı zamanda doğal pek çok güzelliğe de ev sahipliği yapıyor. Ancak dünyada her yerde bulamayacağınız bir şey varsa o da aktif volkanlar olsa gerek. Asya'da Endonezya'nın dışında Filipinler'in kuzeyinde de aktif volkanları bulup, gözleme imkanı bulabilirsiniz. İçlerinden en çok bilineni, yaşı otuzun üzerinde gezginlerin hatırlayacağı Pinotubo Yanardağı.


8-Kartpostallık manzaralar.

Açıkçası bu maddeyi çok da açıklamaya gerek yok. Filipinler'i görmek isteyenleri ilk cezbeden şeylerin başında, altın renkli kumsalları, rengarenk balıklarla dolu resif hayatı ve yeşile duyacağınız güzel adalar gözlerinizi dinlendirecek, sizi adeta cennetteymiş gibi hissettirecek. Bunun için özel bir gayret göstermenize de gerek yok, başkent Manila dışında her hangi bir yere gitmeniz yeterli.


9-Altın beyazı kumsalları.

Buradaki sahiller gerçekten bembeyazlar. Tamam yerel halkın bazı kumsallara iyi bakmadığını söyleyelim. Ancak doğal olanları gerçekten çok etkileyici. Mavi ya da turkuaz rengi sularla beyaz kumların birleşimi fotoğraf severlere harika kareler sunarken, sahilde güneşlenmek isteyenler için de dinlendirici bir manzara vaat ediyor.

10-Dünyanın en küçük maymununu görme fırsatı.

Dünyanın en küçük primatları olan "tarsier"leri doğal ortamlarında gözlemleme fırsatı bulacaksınız. Bir el yumrusu büyüklüğündeki hayvanlardan dünyada sadece bir kaç yüz tane kalmış durumda. Sadece Malezya, Endonezya ve Filipinler'de yaşıyorlar. Gündüz genelde uyukluyorlar, gece avlanıyorlar. Şansınız varsa büyük gözleriyle sizi izlediklerini görebilirsiniz. Ancak günün büyük bir bölümünde uyukluyorlar.


11-Yılın her dönemi sıcak, tropikal iklim.

Filipinler tropikal iklim kuşağında bulunduğundan tüm yıl boyunca sıcaklıklar 30 derece civarında. Tatil için en uygun zaman Kasım-Mayıs arası olmakla birlikte, tropikal bir fırtına ve muson yağmurlarına denk gelmediğiniz sürece, güzel bir hava ve sıcak bir deniz sizi bekliyor olacak.


12-Palawan adası.

Son yıllarda popüleritesi artan adalardan biri Palawan adası. Filipinlerin de görülmesi gereken yerlerinin pek çoğu bu ada üzerinde. Unesco dünya mirası listesindeki Yeraltı Nehri, ada turlarıyla öne çıkan El Nido ve dalış meraklılarının cazibe noktası Coron bu ada üzerinde.


13-Dünyanın yeni 7 harikasından birini görme fırsatı.

Palawan Adasındaki Yeraltı Nehri dünyanın yeni yedi harikasından biri, bugüne kadar keşfedilmiş uzunluğu 20 km'nin üzerinde. Bunun 1,5 km'si turistlerin ziyaretine açık. Özel tur isterseniz, biraz daha fazla bir tutarı gözden çıkararak, mağaranın daha ileri kısımlarını görme şansına sahipsiniz.


14-Bütçeyi fazla yormaması.

Düşük bütçeli gezginler için ilk tercih sebeplerinden biri olan, gidilecek ülkenin fazla cep yakmaması. Bu konuda Filipinler çok ekonomik bir destinasyon. Günde 8-10 USD'ye motor kiralayabilir, sahile sıfır özel condolarda geceliği 25-30 USD'ye konaklayabilirsiniz. Sokak yemekleri yemek sizi için sorun değilse, yolda satılan yemeklerle karnınızı bir kaç dolara doyurabilirsiniz. El Nido, Coron, Boracay gibi son yıllarda iyice popüler olmuş yerler biraz daha pahalı olabilir, ancak yine de dünya ortalamasını çok daha altına mal olacağını söyleyebiliriz.


15 -Orman içerisinde yüzebileceğiniz şelaleler.

Daha öncede belirttiğimiz gibi. Filipinler sadece adalar ve sahillerden oluşmuyor. Ülkenin büyük bir bölümü yağmur ormanlarıyla kaplı. Doğa yürüyüşü severler için de bulunmaz bir ülke. Suyun ve ormanın bol olduğu ülkede haliyle şelaleler ve nehirler de bol. Gittiğiniz yer neresi olursa olsun, bir kaç saatlik bir mesafede güzel bir şelale bulmak mümkün.

Önemli bir kaç tanesini saymak gerekirse;

Cambugahay Falls (Siquijor)
Tumalog Falls (Cebu)
Kawasan Falls (Cebu)
Aliwagang Falls (Davao)
Katibawasan Falls (Camiguin)

Sonuç olarak Filipinler'in ziyaret edilmesi için burada saydığımızdan çok daha fazla sebep var. Mutlaka bu ülkeyi ziyaret planınıza alın ve yukarıdaki maddelere daha pek çoklarının eklendiğini kendi gözlerinizle görün.

Posted by mesuttoker 08:14 Archived in Philippines Comments (0)

El Nido - Puerto Princesa Gezi Notlarım

El Nido, Puerta Princesa, Filipinler

Filipinler’deki 2. Durağım Palawan adası oluyor. Palawan adasında esas gitmek istediğim yer El Nido, ancak direk El Nido uçuşları pahalı olduğundan daha ekonomik bir seçenek olarak Cebu’dan Puerto Prencesa’ya Asia Airlinesin ekonomik bir uçuşu ile geliyorum.

20171119_095601.jpg

Palawan'ın en ünlü noktası El Nido. Burası küçüçük bir sahil kasabası. Bir saatlik tekne sürüş mesafesinde 46 tane irili ufaklı adası var. Burayı bu kadar eşsiz yapan da bu adalar ve denizin altındaki güzellikler. Dünyanın en güzel resiflerinden bazıları bu cennet adaların etrafında. Halen pek fazla bilinmeyen bu kasaba yakın gelecekte belki de en popüler balayı destinasyonu olmaya aday.

Palawan adasında tüm turistlerin ilgisini çeken 2 önemli nokta var, biri El Nido, diğeri Coron. Zaman kısıtı ve öneriler doğrultusunda Coron’u gezimin dışında bırakıyorum. Eğer dalış yapmayı seviyor ve ada turlarına tercih ederseniz Coron’u seçmelisiniz.

Palawan’ın kalbi Puerto Prencesa’da bir gece konakladıktan sonra 600 php yani yaklaşık 12 Usd'ye El Nido minibüsüne biniyorum. Bu minibüsü ayarlamak için çok ugrasmaniza gerek yok, daha hava alanında olmadı kalacağınız yere giderken tryke şoförünüz sizinle sohbet etmeye çalışıp, geliş sebebinizi öğrenecek, sizi anlaştığı bir tur ofisine götürmeye çalışacaktır. Merak etmeyin, kazıklanmıyorsunuz, her yerde fiyatlar sabit. Hatta anlaşmaları sayesinde El Nido ya da Coron’daki turunuzu buradan ayarlamanız mümkün. Tek sorun saatlere pek sadık değiller.

Sabah erken gitmek istiyorum dememe, 7’de beni otelimden alacaklarını söylemelerine rağmen 8 gibi almaya gelip, 2 saatte çeşitli noktalardan yolcu almaya beraber gittik. 5 saat sürmesi beklenen yolculuk böylece tüm günlük bir etkinliğe dönüştü. Neyse ki tatildeyiz, bunları da dert edince gezmenin tadı tuzu kalmıyor. Birden fazla kişiyle seyahat ediyorsanız, 3000 php'ye özel bir araç kiralayabilirsiniz.

20171121_111621.jpg

El Nido’ya geldiğimizde araç kasaba dışındaki terminalde duruyor, otelinize kadar yürümeli ya da 50 peso karşılığı motora binmelisiniz. El Nido daha önce Bohol’da kaldığım Panglao’dan bile küçük. Sahil şeridi bir boydan diğerine bir kaç yüz metre. Doğru düzgün yemek yiyip dinlenebileceğiniz mekan sayısı bir elin parmakları sayısını geçmez.

Her köşe başında tur satan dükkanlar var. Ayrıca yerel bakkallar, yöresel yemeklerin satıldığı tezgahlar, bolca da köpek var. Yürüyüş yolları çamur veya toz içinde. Bu tarz bir tatil beldesinde beklemezdim açıkçası.

Neyse buraya geliş sebebimiz zaten şehirde gezmek değil, harika güzellikteki ada turları. Siz de geldiğiniz de ilk önce turunuzu ayarlayın. Ada turları genel olarak dörde ayrılmış ve A, B, C ve D olarak isimlendirilmiş. Bence harika bir buluş. :)

Turlar konusunda çok araştırma yaptım, genel düşünce en güzeli C turu. Zamanınız var ve hepsine katılmak istiyorsanız sırasıyla C, A, B ve D şeklinde olmalıymış. D en uzak adalara yapılan tur ve büyük bölümü adalarda değil de yolda geçiyor.

Ayrıca bir de zamanı kısıtlı olanları düşünmüşler ve combo turlar yapmışlar. Örneğin A+C veya A+B gibi. Ben A ve B'yi birlikte yapmak istemiştim. Geldiğim ay olan kasımda fazla rağbet olmadığından bu turu combo şekilde yapamadım. Tur fiyatları yazı tarihi itibariyle 1200-1400 php arası, buna bir de 200 php devlet vergisi de eklemelisiniz. Ama inanın her kuruşuna değer.

20171119_123221.jpg

Ada turları sabah 10 gibi başlıyor, kasaba çok küçük olduğundan genelde sahilde ya da tur ofisinin önünde buluşuluyor. Şnorkel firma tarafından veriliyor ancak bence kendi şnorkelinizle daha rahat edersiniz. Özellikle sığ sahillerinde ayaklarınızı korumak istiyorsanız terlik benzeri ayakkabıları teknelerin kalktığı yerden günlük 100 pesoya kiralayabilirsiniz. Terlik ya da ayakkabınızı rehin olarak alıyorlar. İlk gün kullanmadım çok pişman oldum, büyük dikenli deniz hayvanları ve çok keskin taşlar olabiliyor. Bence mutlaka yanınıza alın.

Tur akşam 4'e kadar sürüyor. 5-6 civarı durak noktasında duruyoruz. Hepsi bir birinden güzel. Bir tanesinin deniz altı harikayken, bir diğerinin sahili inciden kumlarla kaplı olabiliyor. Öğlen yemeği ve sınırsız içecek tura dahil. Balık, tavuk ve ızgara etin yanında, yengeç ve benzeri deniz ürünleri ve tatlı olarak tropikal meyveler servis ediliyor. Bu yemek bazen teknede bazen de kumsalda olabiliyor.

Tekne turlarının dışında neler yapabiliriz diye düşünüyorsanız, o konuda da burası zengin bir yer. Öncelikle kasabanın hemen yanında yükselen bir kaç yüz metrelik dik kayaların üzerinde seyir terası var. Maalesef açık olduğu saatler, tekne turlarının düzenlendiği saatlerle aynı. O yüzden mecburen ayrı bir günde yapmanız gerekiyor. Yerel bir kaç insana o yüksek noktalara nasıl çıkabileceğimi sorduğumda cevap alamadım. En son oraya biri tur ofisine yönlendirdi beni. Maalesef herkese açık bir çıkışı yokmuş. "Canopy Walk" diye sorarsanız size bir tur ayarlayacaklardır.

Yine ada turlarının dışında yapabileceğiniz en iyi aktivite motorsiklet kiralayarak ya da trikelarla gidebileceğiniz yakın sahiller. Size fikir vermesi açısından şuradaki adresi ziyaret edebilirsiniz. Gerçekten internette hep karşımıza çıkan, kartpostallık ya da masa üstüne koymalık harika manzaralar. Size cennetteymişsiniz hissini yaşatacağı kesin.

Bir diğer seçeneğiniz ise şelaleler. Yine en fazla yarım gününüzü ayırarak çevredeki şelaleleri görmeye gidebilirsiniz. Fikir edindirmesi açısından şuraya göz atabilirsiniz.

Maalesef kısıtlı tatilim dolayısıyla 3 gün geçirebildiğim El Nido bence çok daha fazlasını hakkediyor. İmkanınız olursa bence rahatlıkla 1 hafta geçirilebilir. Dönüş yolunda yine minibüslerin hareket saatlerine sadık olmadıklarına şahit oldum. 6'da hareket edeceği söylenen aracın El Nido'dan ayrılması 7:30'u buldu. Muhtemelen benim geldiğim Kasım ayının görece fazla turistik bir ay olmamasının da bunda etkisi olabilir. Ben sorun olur diye daha buraya gelmeden dönüş biletini almıştım. Ancak eğer o dönüş günü garaja gelsem, hiç beklemeden ilk kalkan araca binip Puerto Princesa'ya dönebilirdim.

Gece 1 gibi Puerto Princesa'ya varıyorum. Buraya bir gece önce gelmemin sebebi Unesco dünya mirası listesinde bulunan "yer altı nehri"ni görmek. Sabah 9 gibi kaldığım yerin önünden alınıyorum. Ziyaret edeceğimiz mağara şehrin 80 km kuzeyinde, yol çok kıvrımlı olduğundan yaklaşık 2 saat sürüyor. Uzun süredir ilk kez midem kötü oldu. Kıvrımların dışında şoför de aracı çok kötü kullandı.

Puerto Princesa yer altı nehri, 24 km uzunluğunda. 2011 yılında dünyanın yeni 7 harikası arasına girmiş. Günümüzde nehrin 1,5 km'si botlarla gezilmeye uygun. Milli parka ulaşmak için Puerto Princesa'dan 80 km kuzeye yolculuktan sonra Sabang şehrine varıyoruz. Burada bizi yer altı nehrine görülecek teknelerin kalktığı bir liman var. Turla geldiyseniz rehberiniz teknelerin ayarlanmasıyla ilgilenecektir ancak yalnız geldiyseniz, gişeleri bulmanız zor olmayacak. Botların üzerinde sayılar yazıyor, biletinizde ki bot kıyıya yanaştığında sizi çağırıyorlar. Buradan yolculuk 15-20 dakika sürüyor. Yer altı nehrinin bulunduğu alana geldiğimizde sahilde bulunduğumuz yerle ilgili detaylı harita ve tabelalar var. Rehberiniz olmasa bile buradan detaylı bilgi edinebilirsiniz.

20171121_135807.jpg

Bir kaç dakikalık orman içinde yapacağınız yürüyüşten sonra mağara içerisinde bizi gezdirecek botların kalktığı yere geliyoruz.  Burada sesli rehber cihazları dağıtılıyor. Ayrıca botta bizi bilgilendirecek ve botu yüzdürecek bir görevli var. Tur yaklaşık 30 dakika sürüyor ve yer altı mağarası ve nehrinin sadece 1,5 km'si ziyarete açık.

Açıkçası burası için daha büyük beklentilerim vardı. Ancak neredeyse tam günümüzü almasına rağmen, sadece turun yarım saat sürmesi biraz hayal kırıklığı yarattı. Üstelik bilmiyorum özellikle mi yapılmış ancak mağara içerisinde ışıklandırma yok, botta ki rehberimiz elinde tuttuğu fenerle mağarada görülmesi gerekli yerlere ışık tutuyor. Dünyanın en büyük mağara galerilerinden bazılarına ev sahipliği yapmasına rağmen, yeterli ışıklandırma olmadığı için büyüklüğü tam kavrayamıyorsunuz.

Mağara içerisinde yarasaları duyup görebiliyorsunuz. Sıcaklık dışarıya göre oldukça serin. Rehberimiz turun bir bölümünde duvarların birinde duran yılanı gösteriyor. Bu kadar karanlık bir ortamda görmeyi beklemezdim. Turun güzelliğini azaltan diğer bir unsur da, sesli rehberdeki anlatım tarzı. Galeriler içerisinde ilerlerken, kadını andıran bir sarkıttan "Sheron Stone" ya da benim buluta benzettiğim formasyonları meyve sepetine benzeterek, yaratıcılığımıza ket vuruyor. :) Bence ciddiyetten uzak bir anlatım olmuş.

Yine de Palawan adasında görülmesi gereken yerlerden biriydi.Mağara ve galerilerin devasa boyutu her yerde karşınıza çıkmayan cinstendi. İsterseniz özel tur ayarlayıp, mağaranın daha ileri kısımlarına gidebileceğinizi de eklemeden geçmeyelim.

Uzun bir günün ardında şehre döndüğümde pek takatim kalmamıştı. Yakınlarda ki bir avm'de geceyi ettikten sonra, hostelime dönüp, ertesi gün ki Manila uçuşumu ve meşhur Manila trafiğini düşünmeye başladım...

Posted by mesuttoker 08:11 Archived in Philippines Tagged el nido puerta princesa filipinler Comments (0)

Filipinler - Akılda Kalanlar

Filipinler

Gittiğim ülkelerde ister istemez kendi ülkemle kıyaslamalar yapıyor, ilginç şeylerle karşılaşıyorum. Bu bölümde size gezdiğim ülkeyle ilgili beklemediğim, şaşırdığım, bana ilginç gelen noktaları sizlerle paylaşmak istiyorum.

20171119_094614.jpg

Basketbol Takıntısı

Filipinlerde kesinlikle beklemediğim bir durumdu. Ülke boy ortalaması 1,50-1,60'larda, insanın aklına basketbolu bu kadar sevecekleri doğal olarak gelmiyor zaten. İlk gittiğimde TV'lerde gözüme çarpan şey, NBA TV idi. Her dükkanda, restoranda, barda bu kanal açık, bindiğim taksilerde radyolar basket yorumcularıyla doluydu.

Şehir içlerine girdikçe, okullarda, parklarda gençleri bu oyunu oynarken görüyorsunuz. Bizim iki taş koyup maç yapmamız gibi, tahtadan, derme çatma yaptıkları potalara üçlük atmaya çalışıyorlardı. El Nido'da geceleri şehir merkezinde oldukça büyük bir kalabalık karşısında, spikerin anlatımıyla liseler arası basketbol turnuvaları düzenleniyordu. Eminim siz de şaşıracaksınız.

Jeepney

İsminde jeep geçtiğine bakmayın, bu araçlar bildiğimiz toplu taşımada kullanılan minibüsler. Genelde küçük boyutlu, pencereleri olmayan, üstü kapalı genellikle eski-külüstür araçlar. Hindistan'dan bildiğimiz renkli, süslü kamyonların Filipin versiyonları. Ancak üzerleri Amerikan dizi-film kahramanları ile süslü, rengarenk. Manila dahil pek çok büyük şehirde toplu taşıma bu araçlarla sağlanıyor. Genellikle belli bir rota takip ediyor ve mesai saatlerinde oldukça kalabalık olabiliyor. Her hangi bir yerden elinizi kaldırdığınızda sizi alıyor, inmek istediğinizde de aracın üst kısmındaki her hangi bir yere vurmanız yeterli.

Boyları

Çok kısa bir milletle karşı karşıyayız. Daha önce gördüğüm Asya ülkelerinden bile daha kısalar. En azından bana öyle geldi.  Pek de güzel değiller. :)

Tembellikleri

Bu sanırım sıcak iklim ülkelerinin genel durumu olsa gerek. Evlerin önünde, hamaklarda, motorsiklet üzerinde, üzerlerindeki t-şirtleri göğüslerine kadar sıyırıp, tüm gün uyukluyorlar. İnşaatlarda çalışanlara bakıyorsunuz, o kadar yavaş hareket ediyorlar ki, burada olsa grev yapıyor zannedersiniz. :)

İngilizce'nin Kullanımı

Filipinler 7 binden fazla adadan oluşuyor ve ülkede pek çok yerel dil konuşuluyor. Ancak ortak lisanları İngilizce gibi. Küçük çocuklar ve yaşlılar hariç hemen hemen herkesle İngilizce anlaşabilirsiniz. Günlük konuşmada genellikle yerel dilleri kullanmakla beraber kolaylarına geldiğinde araya İngilizce kelimeler sıkıştırıyorlar. Ancak ilginçtir, yollardaki uyarı levhalarında, reklamların büyük kısmında, tv ve radyolarda İngilizce hakim. Yine ilginç bir şekilde televizyonlardaki film ve dizilerde, bir cümle yerel dilde kurulurken, diğer cümle tamamen İngilizce olabiliyor. Bir yandan komik, bir yandan ilginç gelmişti.

Doğum Kontrol ve Kürtaj

Gezerken çok fazla yaşlı görmüyor ancak pek çok çocuğa rastlıyorsunuz. Tanıştığım kişilere sebebini sorduğumda ülkede doğum kontrol yöntemlerinin pek bilinmediği ve tercih edilmediği ayrıca güçlü Hristiyanlık bağları sebebiyle de kürtajın hoş karşılanmadığı ve bu yüzden çok çocuklu ailelerin sayısının fazla olduğunu belirttiler. Zaten ülkenin nüfusu da yüz milyonu geçmiş durumda.

Farklı İsimli Dünya Markaları

İlginç bir şekilde bizim ülkemizde de bildiğimiz pek çok marka farklı isim altında pazarlanıyor. Örneğin dondurma firması "algida" aynı logo, aynı ürünler ancak "Selecta" ismiyle satış yapıyor. Yine Fanta bu ülkede royal adıyla satılıyor. Bu konuda sadece bir taksi şoförüyle konuştum, sebebini bilmiyordu ancak, "algida"nın arapça kelimeleri çağrıştırabileceğinden kullanılmıyor olabileceğini söyledi. Bana pek inandırıcı gelmedi, zira ülkenin güneyinde zaten Müslüman azınlıklar mevcut, İslam ve dolayısıyla arapça çok uzak değil.

Pawnshop-Rehine Dükkanları

Amerikan dizi ve filmlerinden görmeye alıştığımız rehine dükkanları her yerde karşınıza çıkıyor. Özellikle küçük şehirlerde ve kasabalarda banka görmek mümkün olmadığından bu dükkanlar aynı zamanda banka görevi görüyorlar. Altın, takı, elektronik eşya vb. değerli eşyalarınızı rehin verip, karşılığında kredi alıyorsunuz. Belirlenen süre sonunda faiziyle birlikte kredinizi kapatırsanız rehin verdiğiniz eşyanızı geri alabiliyorsunuz. Yine aynı şekilde isterseniz sadece faizi ödeyerek, yeni bir vade belirleyebiliyorsunuz. Ancak kredinizi geri ödemez iseniz dükkan da rehin verdiğiniz değerli eşyanızı başkalarına satabiliyor. Bu sefer de bir nevi 2.el dükkanı gibi işlev görüyor.

Akıllı Telefonların Azlığı

Sanırım buradan alışmışım her yerde el kadar, samsunglar, iphonelar görmeye, Filipinler'de tekrar eski günlere dönüş yaptım. Özellikle küçük yerleşim yerlerinde kullanılan telefonlar, eski model, akıllı olmayan modeller.

Her Şeyin Küçük Olması

Evet ülkenin insanları dahil her şey küçük. Ulaşımda kullanılan araçlar, markette satılan bisküviler, evler, insanlar her şey küçük. Sanırım bunun biraz da ekonomik alım gücünün zayıf olması ile alakası var. Marketlerde bisküvi paketlerinde bile 3-4 bisküvi var. Gördüğüm en ufak M&M, Pringles  paketleri bu ülkedeydi.

Kareoke ve Şarkılara Eşlik Etmek

Sanırım bu Asya ülkelerinin temel bir özelliği. Anlaşılmaz bir şekilde kareokeyi çok seviyorlar. Şehir merkezlerinde pek çok kafe ve barda şarkı söyleyen insanlar mevcut. Belki de arkadaşlarıyla sohbet etmek yerine şarkı söylemeyi tercih ediyorlar, bilemiyorum.

Filipinlerle ilgili aklımda kalanlar bunlar, Filipinler'de bulunduysanız, sizler neler düşünüyorsunuz?

Posted by mesuttoker 08:05 Archived in Philippines Tagged filipinler Comments (0)

(Entries 16 - 20 of 50) « Page 1 2 3 [4] 5 6 7 8 9 10 »