A Travellerspoint blog

Filipinler - Bohol Gezi Notlarım

Bohol,Filipinler

Cebu’da sabah 6’da kalkıp doğruca limana gidiyorum. Beni Bohol’un başkenti Tagbilaran’a götürecek OceanJet feribotları buradan bir numaralı terminalden kalkıyor.

20171113_143313.jpg

Limanın az dışında bilet satış ofisini göreceksiniz. Bohol ya da Taglibaran demeniz yeterli. Bir saat arayla kalkıyorlar. Size icerde mi yoksa dışarıda mı yolculuk etmek istersiniz diye soruyorlar. Dışarısı daha ucuz, ancak içerisi klimalı. Gerçi ben dışarısını seçtim, güneş gelmediği sürece klimalı gibiydi.

Feribota girişiniz biraz sorunlu, yaklaşık 500 php’ye yani 10 dolara biletimizi alıyoruz, iş bununla bitmiyor. İlk güvenliği geçiyoruz, bir sonraki güvenlik beni çeviriyor. Vergiyi ödemediğimi söylüyor. Geri dönüp 25 php, 50 cent ne olduğunu bilmediğim bir vergi ödüyorum. Daha sonra bunun ülkenin genel bir uygulaması olduğunu öğreneceğim. Ancak neden bilet fiyatına eklemediklerini anlamadım. Biletin üzerine bir kağıt daha ekleniyor. Bir sonraki güvenliğe geçiyorum. Yine durduruyor, bagajımı gösteriyor, sonra da eliyle nereye gitmem gerektiğini. Bir 50 php daha veriyorum, yani 1 dolar, uçaklardaki gibi valizimi kargoya verecekmişim, inerken alacakmışız. Tamam bitti herhalde derken, yok bitmemiş yeniden bu kez Check-in counter yazan yere yollanıyorum. Burası da bize oturacağımız sırayı ayarlıyor.  Tabi yukarıya çıktığımda pek kimsenin oturma sırasına takmadığını görüyorum. Güneşe göre herkes bir yere oturuyor. Yani totalde biletin üzerine daha 3 tane kağıt parçası zımbalanmış şekilde biniyorum. Buraya yazıyorum ama muhtemelen siz de sırasını unutacak ve benim gibi yeniden bunları yaşayacaksınız.

Yolculuk yaklaşık 2 saat sürüyor. Oldukça sarsıntısız, rahat bir yolculuktu. Sadece oturulan yerlerin biraz konforsuz olduğunu söyleyebilirim. Ancak onda da rahatsız olmayacaksanız ayakta seyahat edebilirsiniz.

Tagbilaran, Bohol adasının dağıtım merkezi gibi. Buradan kalmak istediğiniz yere araç bulmanız gerekecek. Kalacağınız yere göre bazı oteller gelip sizi buradan alabiliyor. Ben Panglao’daki Alona Sahiline yakın bir hostelde kalıyorum.

Aslında iki seçeneğiniz var. Adanın doğal güzellikleri için Tagbilaran’da kalıp, sabah daha az yolculuk yapmak, ya da ada turlarına katılacaksanız, sabahları biraz daha erken kalkıp daha fazla yol almak, sonuçta çok fark etmiyor, tatildesiniz ve gezecek, dolaşacak çok zamanınız var.

Panglao, Tagbilaran’dan 20 km uzakta ve yolculuk yaklaşık 45 dakika sürüyor. Eğer sizi transfer edecek bir araç ayarlamadıysanız ‘tryke’lar 300 php, 6 dolar istiyor. Biraz limanın dışına yürür ve yeni yolcu getirmiş birini bulursanız 200-250 php’ye gidebilirsiniz. Bu araçlar Tayland’da benzerlerini gördüğümüz tuktuklar. Ancak farklı olarak yolcular arkada değil yanda bulunan bir selede taşınıyor. Biraz yavaş, sarsıntılı ancak havadar bir seyahat yapmış oluyorsunuz.

Cebu’da gördüğüm jeepneyler burada yok. Uber’i de deniyorum ancak araç bulamıyor. Bir tryke ile anlaşıp kalacağım yere doğru yola çıkıyorum. Bir süre sonra evler geride kalıyor. Yolun kenarına serpiştirilmiş derme çatma evler ve bazı binalarla yol devam ediyor. Buraların turist olmasa ne kadar sakin olacağını düşünüyorum.

Zaman zaman yemyeşil ağaçtan, bitkiden başka bir şeyin olmadığı dar yollardan geçiyoruz. İnsanın gözü dinleniyor, tek yorucu şey ağır nem ve bunaltıcı sıcak.

Varacağım yere yaklaştıkça tesisler artıyor. Sahile çok yakın gittiğimizi anlayabiliyorum. Akdeniz ya da Ege’deki sahil kasabasını andırıyor. Burası hala bakir, küçük bir yer olarak sınıflandırılalabilir. Çok fazla büyük tesis ve araba yok. Otobüsler çok nadir. Genellikle bisiklet, motosiklet ve çok küçük boyutlu kamyonetler görüyorsunuz. İnşaat malzemeleri bile bu küçük araçlarla taşınıyor.

Panglao adanın merkezi. Ancak toplasanız bir uçtan diğerine bir kaç yüz metrede gidebilirsiniz. Sahil şeridine yayılmış tesisleri saymaz iseniz pek çok restoran, masaj salonu, market, dalış ve tur merkezi bu bölge içerisinde.

Ben vakit kaybetmemek adına geleceğim ilk güne tur ayarlanmıştım. Burada kısaca özet geçeceğim ancak detaylı bilgi için Bohol Görülmesi Gereken Yerler yazımızı okuyabilirsiniz.

Alona Beach aslında eskiden bir balıkçı kasabasıymış. Malay, Endonezyalı, Çinli tacirler için uğrak noktasıymış. Sonra 1500’lerde İspanyol yerleşimciler adaya ayak basmış.

Şu anda da düşük sezonda halen bakir kalmış özelliğini koruyor. Yol başlarındaki şoförler sizi fazla rahatsız etmiyor. Merkezdeki büyük bar-restoran sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor. Alona Beach belki de en önemli sahili ancak temiz tutulmamış. Pek çok yerde çöp var, yüzüğünüz yerin az ilerisinde pek çok tekne demirli vaziyette duruyor. Ben bu sahilde yüzmedim, yüzmeyi de tavsiye etmem. Teknelerle yapacağınız ada turları işinizi yeterince görecektir.

Turlar

Ayrıca detaylı olarak anlatacağız ancak dikkat edilecek noktalardan bahsetmek gerekirse bölgenin başlıca turistik aktiviteleri dalış, balıkçılık, yunuslarla yüzme, şelale ve doğa yürüyüşleri, su kayağı, ada turları, snorkelle dalış, ateş böceği turları ve çikolata tepeleri turu sayılabilir.

20171113_155535.jpg

Tur satın almak için kaldığınız yerle irtibata geçebileceğiniz gibi, şehrin dört bir yanına yayılmış tur acentelerini de kullanabilirsiniz. Hemen hemen hepsinde benzer fiyatlar söz konusu. Yalnız turlar erken başlayıp erken son buluyor genellikle, havanın akşam beş gibi kararıyor olmasının da etkisi olabilir.

Turlar konusunda bir ayrıntı var. Eğer benim gibi sezon açılmadan gelirseniz tüm turlara katılamayabilirsiniz. Çikolata tepeleri ve ada turları için sorun yaşamaz iken, doğa yürüyüşü, şelale turları, arı çiftliği, vb.de en az 5 kişi olma şartı istendiğinden katılamadım. Muhtemelen Aralık ortasından itibaren bu turlara da tek başına katılmak sorun olmayacaktır.

SmartSelectImage_2017-11-16-15-54-19.png

Yeme-İçme

Şehirdeki mutfaklar daha çok Çin - Kore mutfağına yakın. Özellikle sahile yakın konumlanmış büyük restoranlarda canlı deniz ürünlerini bulabilirsiniz. Ayrıca pek çok yerde yaklaşık 10-15 dolara açık büfe yemek bulunmakta.

Eğer benin gibi bu mutfaklara alışık değilseniz İtalyan pizzaları servis eden Noah’s Place, özellikle et yemeyenler için içecek dahil 10 dolara devasa Margarita’yı tavsiye ederim. Yine sahilde yunan yemekleri sunan ancak menünün çoğunu türk yemeklerinin oluşturduğu Hera Greek Tavern bize yakın lezzetlerin tadılabileceği mekanlar. Sahil boyunca bulunan otel restoranları Avrupa mutfağına özgü yemekler de servis ediyor.

Sabah kahvaltısı pek bize uygun değil. Filipinliler genellikle pirinç ve balık ağırlıklı bir kahvaltı tercih ediyor. Ben yol kenarında ev yapımı hamur işleri satan dükkandan kahvaltılık aldım genellikle. Peynirli, tereyağlı bizim poğaçalara benzer ama daha küçük atıştırmalıklar vardı. Özellikle soğanla yapılan ama tatlı olanları tavsiye ediyorum. Kurabiye gibiydi, söylemeseler soğan olduğunu anlamazdım. Üstelik bir poşet aşağı yukarı 50 cent geliyor, yanına da bir mango suyu aldınız mı tamamdır. Daha temiz bir şeyler olsun diyorsanız, şehrin tek amerikan restoranı Dunkin Donuts var. Sabahları ton balıklı, tavuklu sıcak sandviçlerin yanında isterseniz etli olanlarından eti çıkartıp sadece kaşarlı sandviçte yapıyorlar. Donutlar da oldukça ucuz, tanesi 2 tl. Sıcak soğuk kahveyle yiyebilirsiniz.

Konaklama

Her türlü bütçeye uygun konaklama seçeneği mevcut. Ben geceliği yaklaşık 10 dolara merkezi bir hostelde kaldım. Rezervasyon yapmadan gelirseniz geceliği 15 dolardan başlayan odalar var. Ancak klimalı olanları bu fiyata bulmanız güç. Özellikle Aralık ayından sonra rezervasyonsuz gelmemenizi öneririm.

Ben kaldığım 4 günlük sürenin 3 gününü turlara, 1 günümü de dinlenmeye ayırdım. Turlardan arda kalan zamanlarınızda masaj yaptırabilirsiniz. Ancak buradaki masajlar konusunda beklentinizi yükseltmeyin. İsmi tay masajı olsa da Tayland masajıyla uzaktan yakından alakası yok. Çok sert bir masaj teknikleri var. Yağ istemezseniz kuru bir masaj yapıyorlar, cildiniz tahriş olabilir. Saati yaklaşık 400.-php-8 dolar. Akşamları açık bir kaç gece kulübü var. Müzikten rahatsız olduysanız deniz kenarında sakin bir müzik eşliğinde zamanı geçirebileceğiniz barları da mevcut. İsterseniz deniz kenarında şezlong üzerinde seyyar masaj yapanlar da var. Onun dışında şehir pek fazla bir şey vaad etmiyor. Doğal güzellikleri görmeye yeterince zaman ayırırsanız zaten, akşamları uyumaktan başka bir şey aklınıza gelmiyor.

Bir sonraki durağım Palawan adasının merkezi Puerto Princesa ve El Nido...

Posted by mesuttoker 08:03 Archived in Philippines Tagged bohol filipinler Comments (0)

Filipinler Gezi Notlarım - Cebu

Cebu,Filipinler

Uçağımız 7.30 gibi Cebu’ya varıyor. İstanbul'dan çıktığımdan beri çok az uyuyabildim. Doğrudan kalacağım hostele gitmek istiyorum. Haritadan kontrol ettiğimde Uber’in mevcut olduğunu görüyorum. Yurt dışında Uber kullanımı için merak ettikleriniz için şuradaki yazımıza göz gezdirebilirsiniz. Pazar sabahı erken saatler olmasına rağmen trafik başlamış bile. Hafta içini hayal dahi edemiyorum. 

20171114_112104.jpg

Filipinler Luzon, Visayas ve Mindanao olmak üzere 3 bölgeye ayrılıyor. Cebu’da (Sibu diye okunuyor, çözmem baya zaman aldı.) Visayas bölgesinin en büyük, Filipinler’in 2. büyük şehri. Kent ayrıca ilk İspanyol yerleşimcilerin Filipinler’e ayak bastığı yer olması hasebiyle de bir konumda. Maalesef bu büyüklüğüne rağmen turistik olarak pek fazla bir şey vaat etmiyor.

Hostelim merkezi bir yerde. Biraz önce uyumak istiyorum. Fazla düşünmeden Uber kullanarak hostele geçiyorum. Şimdiye kadar kaldığım en küçük hostel. Yaklaşık 40 m2'lik bir alana kapsül odalar yerleştirilmiş. Tek derdim yatacak bir yer zaten. Bir kaç saat uyuyup saat farkına alışmaya çalışıyorum.

Öğleden sonra biraz şehri tanımak için dışarı çıkıyorum. Pazar günü olmasına rağmen trafik var. Klasik bir Asya manzarası, ancak tabelalar ingilizce. Diğer Asya ülkelerinden farklı olarak Amerikan markaları göze çarpıyor. Daha önce hiç görmediğim rehine dükkanları (pawn shop) her yerde karşıma çıkıyor. Daha sonra bu yerlerin bankaların yerine kullanıldığını öğreneceğim. Paranızı bozdurabilir, yurt dışına transfer yapabilir ya da değerli eşyalarınızı vererek karşılığında borç para-kredi alabiliyorsunuz. Vadesi geldiğinde faizini öderseniz rehin verdiğiniz eşyayı bir süre daha saklıyorlar. Faizini ödemez ya da geri almazsanız dükkan ürünü satma hakkını elde ediyor. Değeri olan, satılabilinecek her tür eşya rehne konu olabiliyor.

20171114_111107.jpg

Trafikte dikkati çeken diğer bir unsur ‘jeepney’ denen küçük minibüsler. Üzerlerinde rotaları yazıyor. Bizdeki minibüslerden farkı ne derseniz üzerlerine çok farklı kaplamalar yapılmış. Hindistan ya da Pakistan’daki renkli kamyonların ufak minibüs versiyonları. Üzerlerinde amerikan film ve dizi karakterlerinin isimleri ve resimleri, ortama oldukça eğlenceli bir hava katıyor.

Jeepney’lerden sonra en çok kullanılan ulaşım metodu motorbisikletler. Büyük küçük her yaştan insanı üzerlerinde görmek mümkün. Eğer yanlarında yolcu taşımak için seleleri varsa bu kez isimleri ‘trike’ oluyor. Biraz daha pahalılar, fiyatta anlaşmak koşuluyla şehrin her yerine sizi götürebiliyorlar.

Filipinlerde genel itibariyle her şey küçük. Marketlerde de her şey küçük paketler halinde satılıyor. Arabalar bile sanki buraya özgü olarak küçültülmüş gibi. Genelde Kore ve Japon markaların üstünlüğü var. Benzin 1 dolar civarı.

Açıkçası Cebu’yu Bohol’a aktarma yapmak için seçtim. Şehirde görülmesi gereken yerleri aşağıda sıralayacağım. Ancak ben hiçbirini görmedim. Tarihi yerlerin yerel kişiler tarafından da pek özenerek bakılmadığını söylemeliyim. Şehrin geneli çöpten nasibini almış ama Tayland kadar kötü kokmuyor.

CEBU’da görülmesi gereken yerler:

Macellan Cross- Macellan Kavşağı
Fort San Pedro-San Pedro Kalesi
Del Santo Nino Bazilikası
Taoist Tapınağı
Sirao Peaks-Sirao Tepeleri

Cebu'ya Bohol Adası'na geçmek için gelmiştim. Kısaca Bohol'dan bahsetmek gerekirse Visayas bölgesinde kalan bir başka ada. Başkenti Tagbilaran denen bir kent. Nüfusu 100 bin civarında. Manila’dan direk uçuş bulmak mümkün olsa da pahalı ve pek sık değil.

20171114_072018.jpg

Sabah 6 gibi kalkıp Tagbilaran’a gidecek olan teknenin kalktığı limana gidiyorum. Birden fazla firma olmakla birlikte internette yapılan kısa bir araştırmadan sonra en çok önerilen firmanın ‘oceanjet’ olduğunu görüyorsunuz. Diğerlerinin 3-4 saatte aldığı mesafeyi bu tekneler 2 saatte alıyor. Biraz bizdeki Ido feribotlarına benziyorlar, ama daha küçüğü. Kalkış saatlerini internet sitelerinden takip edin, çok fazla seferleri yok, bir yerlere geç kalmanıza sebep olabilir.

Bir diğer firma'da 2Go. Bu firma da benzer kalitede hızlı feribotları kullanıyor. Fiyatlar aşağı yuları her iki firmada da aynı civarlarda. Kabin içi ve dışı diye iki ayrı kategori var, dışarısı klimasız, güneş geldiğinde rahatsız olabileceğiniz bir ortam. Ancak açık havada rüzgarla beraber seyahat edebiliyorsunuz. İçerisi ise kapalı, klimalı bir mekan, fiyat biraz daha pahalı.

Bohol adasında görüşmek üzere..

Posted by mesuttoker 07:59 Archived in Philippines Tagged cebu filipinler Comments (0)

Filipinler Gezi Notlarım - İlk Durak Manila

Manila, Filipinler

Filipinler pasifik okyanusunun batı ucunda bulunan,  yedi binin üzerinde ada ve adacıklardan oluşan bir Asya ülkesidir. Kasım ayında gidebileceğim sıcak ve ucuz bir ülke arayışlarına başladığımda daha önce gitmediğim Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti Dubai’yi pahalı olmasından dolayı elemiştim. Geriye iki haftamı geçirebileceğim, aynı zamanda bize yakın İran ön plana çıkmaya başlamıştı. Planlarımı yapmaya başlamışken Katar hava yollarının kampanyasına rastladım. İki gün süreyle verilen uygun fiyatlı biletlerden alarak İran planını bir başka zamana ertelemiş oldum.

pexels-christian-paul-del-rosario-1098322.jpg

Binlerce adadan oluşan bu Asya ülkesi halen tam olarak popüler olmuş değil. Pek çok keşfedilmeyi bekleyen doğal güzellikleri var. Bunları ayrıca yazmayı planlıyorum ancak ülkeden biraz bahsetmek gerekirse, uzun yıllar İspanyol sömürgesi altında yaşamışlar. İsimlerinden, dinlerinden, şehir ve kasabalarına verdikleri adlardan bunu görmek mümkün. Hatta ülkenin ismi bile bir İspanyol prensi olan Philip’ten geliyor.

İspanyollardan sonra onları etkileyen diğer bir millet Amerikalılar olmuş. Amerikan etkisini de ülkede neredeyse ana dil olan ingilizceden, arabalardan, Amerikan malları ve zincir mağazalarından anlamak mümkün. Diğer bir etkileşim sebebi de ülkede yaşayan yaklaşık yüz milyon Filipinliye karşılık yurt dışında yaşayan on milyon kişi. Bunların büyük kısmı da Amerika’da çalışıyor.

Filipinler tropikal iklime sahip. Yağışlı ve kuru olmak üzere iki mevsim yaşanıyor. Ancak yağmur her hangi bir mevsimde yağabilir. Sıcaklıkta yıl boyunca aşağı yukarı aynı kalıyor. Muson yağmurları ve fırtınalara yakalanmadığınız sürece her mevsim gidilebilecek bir ülke. Ancak en çok tercih edilen aylar Aralık ve Mart arası. Bu dönemlerde otel ve tur ücretlerine daha yüksek fiyatlar vermeniz gerekebilir.

İstanbul’dan direk uçulduğunda 10 saat gibi bir sürede ülkenin başkentine ulaşabilirsiniz. Benim gibi aktarma yaparsanız yolculuk 16-17 saati bulacaktır. Pek çok kişi Manila’yı trafiği yüzünden pas geçip Clark, Cebu, Boracay gibi hava alanlarına direk uçmak istiyor. Tabi bunun için daha fazla ödemeniz gerektiğini söylememe gerek yok sanırım.

Gece yarısı İstanbul’dan kalkan uçağım dört saat sonra aktarma yapacağımız Doha’ya varıyor. Bir sonraki uçağa 5 saatim var. Filipinler'le aramızda beş saat fark var, adapte olmak için uçakta uyumaya karar veriyorum. Doha’da zamanınızı geçirebileceğiniz pek çok kafe ve restoran var. Mağazalardan bahsetmiyorum, hepsi dünyaca ünlü markalar, ben bakmakla yetiniyorum. Eğer dinlenmek ya da uyumak isterseniz, hava limanında buna uygun yerler ayarlanmış. Ayaklarınızı uzatabildiğiniz uzun koltuklarda dinlenebilirsiniz. Aileler için ayrıca odalar da düşünülmüş. Küçük ama güzel detaylar. Eğer zamanınızı kahvenizi yudumlayarak geçirmek isterseniz pek çok seçeneğiniz var. Fiyatlar İstanbul’da alıştığımız düzeyde.

fe3b4010-6d5f-11ed-92ba-4573f14af646.jpeg

Manila’ya uçuşumuz yaklaşık dokuz saat sürüyor. Uçağın neredeyse tamamı yurt dışında yaşayan Filipinolar. Tatil sezonunun daha başlamamış olmasından Avrupalılar azınlıkta. Katar hava yolları ayrıca Manila’ya 2 saat mesafedeki Angeles şehri yakınındaki Clark hava alanına da uçuyor. Manila bu konuda o kadar kötü üne sahip ki, pek çok kişi Clark’a uçarak buradan ülke içine aktarma yapıyor.

Ülkenin başkenti Manila’ya vardığımızda saat gece yarısı olmak üzere. Hava alanı gerçekten büyük. Cebu’ya yapacağım uçuş için terminal 3'e geçmem gerekiyor. Yürüyerek gidilemediğini öğreniyorum. Hemen hava alanı çıkışında sağda bir otobüs göreceksiniz. Ücretsiz bir servis. Yaklaşık 15 dakikalık bir yolculuk yapmamız gerekiyor.

Hava alanını terk etmeden telefon hattı aramaya başlıyorum. Türkiye hatlarını Asya’da kullanmak imkansız. Çıkıştan hemen önce firmaların masalarını göreceksiniz. İnternette okuduğum yorumlar ‘smart’in daha iyi olduğu yönündeydi. Onu seçiyorum. 5Gblik paket yaklaşık 20 usd. Her şeyi kendileri hallediyorlar. Sadece pasaport fotokopisi ve bir kaç imza atmanız gerekiyor. Genel olarak iyiydi, ancak bazı yerlerde ve akşam saatlerinde yavaşladığını hissedebiliyordum.

Esas tatilim adalarda olacağından Manila’da hava alanından çıkmadan Cebu’ya gitmek için işlemlerimi yaptırıyorum. Burada Kanada doğumlu ama Japonya’da ingilizce öğretmenliği yapan, ailesini ziyarete gelen bir Filipinli arkadaşla tanışıyorum. Onun uçağı çok daha geç bir saatte. Beraber dolaşıp bir şeyler içiyoruz. İlk güzel arkadaşlığımı yapıyorum. İlk izlenimim çok sıcak kanlı insanlar oldukları yönünde oluyor.

Cebu’ya Cebu Pasific isimli bir ucuz hava yolu firmasıyla uçuyorum. Bir ay önceden bilet bakarsanız 30-40 dolara bilet bulunuyor. Ancak bagaj haklarına dikkat edilmeli, aksi halde ucuz bilet aldım derken check’in kontuarında daha fazla ödemek zorunda kalabilirsiniz.

Sabah 6 gibi kalkan uçağımız yaklaşık bir saati biraz aşan bir süre sonunda Cebu’ya iniş yapıyor. Cebu yazımızda görüşmek üzere...

Posted by mesuttoker 07:54 Archived in Philippines Tagged manila filipinler Comments (0)

Belarus Gezi Notlarım

Belarus

Kişinev, Moldova'dan başlayan seyahatimin son durağı Belarus'un başkenti Minsk oluyor. Doğu Avrupa'nın bu az bilinen küçük ülkesi ben de güzel izler bıraktı, yaşadıklarım yazının devamında...

IMG_5397.JPG

Moldova-Ukrayna-Belarus gezimde uğradığım şehirler için;

Kişinev Gezi Notları

Odessa Gezi Notları

Lviv Gezi Notları

Kiev Gezi Notları

Belarus ya da bizdeki diğer adıyla Beyaz Rusya’nın başkenti Minsk’e kara yoluyla geldim. Kiev'den akşam 8’de kalkan otobüsümüz sabah saat 7’de şehir merkezine geldi. Yolculuğun yaklaşık 2 saati sınır kapılarında geçiyor. Otobüsümüz Kiev merkez otobüs garajından hareket etti. Biletleri internetten almıştım. Her hangi bir sorun yaşamadan otobüsüme bindim. Eğer siz de benzer bir yolculuk yapacaksanız kalkış durağını doğru seçtiğinizden emin olun. Çünkü Kiev'de 2 tane otobüs garajı var.

Otobüsümüz çift katlı, tuvalet ve kendimizin alabildiği çay kahve makinemiz var. O yüzden hiç mola vermeden sınır kapısına geldik. Ukrayna sınırı pek sorun çıkmadan geçildi. Sadece el valizlerimizle otobüsten inmemiz ve çantalarımızın aranması gerekti. Belarus sınırı biraz daha uzun sürdü. El çantalarımızın dışında valizlerimizde araçtan indirilerek x-ray cihazlarından geçirildi.

Belarus’a kara yoluyla geliyorsaniz dikkat etmeniz gereken bir konu var. O da seyahat sigortası. Hava yoluyla gelirken sorun olmuyor çünkü gümrüğe geldiğiniz yerde sigorta yaptırılan bankolar var ve hızlı bir şekilde kalacağınız süre kadar sigorta yaptırıyorsunuz. Kara ve demir yolunda bu konu mümkün değil. Ben internette bu konuyu okumuş, ne olur ne olmaz diye kendime bir haftalık Belarus'ta geçerli seyahat sigortası yaptırmıştım. Gerçekten de pasaport polisine belki gerek olmaz diye poliçeyi göstermememe rağmen benden ısrarla istedi. Sigortayı ibraz edince kaşeyi vurup içeri girmemize izin veriyorlar.

IMG_20170530_104522.jpg

Gecenin bir yarısı, kontrol kabinlerinde kocaman kocaman sivrisinekler, gerçekten bir film sahnesini andırıyordu. Ilk kontrolü yapan görevli ingilizce bilmediğinden x-ray cihazındaki görevliye haber verdi. Baya baya beni sorguladı, uçak biletlerimi istedi ama göstermeye çalışırken gerek yok dedi, sanırım klasik teknikler bunlar, nasıl tepki vereceğinizi görmek istiyorlar. O yüzden neredeyse her şeyim telefonumda kayıtlı olmasına rağmen, bu tip durumlar için bir çıktısını yanıma alıyorum.

Minsk’e salı sabahı geldim. Dolu dolu 2.5 günüm vardı. Şehrin fazla büyük olmadığını bildiğimden fazla acele etmeden, hostel içinde erken bir saat olduğundan bir yerde kahvaltı edip saatin ilerlemesini bekledim. Şehir daha yeni uyanıyordu. Mc Donald's hariç hemen her yer kapalıydı. Kafeler genelde 8-9 gibi açılıyor. Aceleleri yok, bizler gibi sabah yolda kahvaltılık alma kültürleri de yok anlaşılan. Mc Donald's da oldukça çeşitli kahvaltılıklar vardı. Mantarlı bir omlet ve kahve alıp kahvaltımı ettim. Fiyatların Moldova ve Ukrayna’ya göre yüksek, bizim seviyelerimizde olduğunu söyleyelim.

İnternet bulmak da diğer Doğu Avrupa ülkeleri kadar kolay değildi. Anladığım kadarıyla bazı ülkelerde ki gibi telefonla kayıt zorunluluğu var. Sizden cep telefon numaranıza gönderecekleri sms kodunu açılan sayfaya girmenizi bekliyorlar. Ancak çoğu yerde Rusça olduğu için anlamak ve doğru linklere tıklamak kolay değildi. O yüzden kendi hattımı kullanmak zorunda kaldım.

Saat 10’a doğru valizimi hostele bırakmak için geçtim. Eğer kalabalık bir yere gidiyorsanız genelde 2'ye kadar check-in yapmazlar. Ancak şansıma hostelde çok az kişi vardı ve 4 kişilik odada tek başıma kaldım. Oldukça büyük ve güzel bir hosteldi.

Saat 4 gibi ücretsiz şehir turu yapıldığını biliyordum. Hem o turu beklemek hem de biraz şehri tanımak adına erkenden dışarı çıktım. Öncelikle şehrin çok küçük olduğunu, bir günde baştan aşağı gezilebilecegini belirteyim. Geçmişi 1200'lü yıllara kadar uzanıyor, ancak şehir II.dünya savaşında naziler tarafından yerle bir edilmiş. Nüfusunun üçte birini bu savaşta kaybetmiş. Bayrağındaki kırmızı renk buradan geliyor.

Savaş zamanındaki yıkım yüzünden şehirdeki en eski bina 100 yaşında, pek çok  kilise, müzeler, gezilecek yerler son birkaç on yıl içerisinde yapılmış. O yüzden tarihi olarak maalesef fazla bir şey sunmuyor. Şehrin nüfusu 2 milyonun üzerinde, ancak bu banliyöleri ve şehrin eteklerine yayılmış yerleşim yerleri dahil edildiğinde. Normalde çok sakin bir şehir. Mesai saatlerinde pek fazla kimseye rastlamadan gezebilirsiniz.

Şehir Svislach ve Nyamiha nehirlerinin kesişim noktasına kurulmuş. Tam ortasında bir göl, ve göl üzerinde şirin bir ada var. Sonradan yapılmış, yapay bir ada. Rus- Afgan savaşında, Sovyetler adına savaşıp hayatını kaybeden Belaruslu askerler anısına bir anıta dönüştürülmüş.  Nehir şehir boyunca kıvrılarak ilerliyor ve pek çok köprü iki yakayı birbirine bağlıyor. Her yer tertemiz, bununla özellikle övünüyorlar. Şehir genel olarak turiste alışık değil. Fazla yabancı olmadığından rahatsız edilmediğiniz gibi, ilgi de görüyorsunuz.

IMG_5317.JPG

Belarus bizde de söylendiği gibi Beyaz Rus demek. Aslında Belaruslular rus değiller, tarihleri 1100'lü yıllardaki prensliklerine kadar gidiyor. Aslında Litvanya ve Polonya’ya genetik olarak daha çok yakınlarmış. Ruslar 1800 lerde ülkeyi egemenliklerine aldığında beyaz tenleri sebebiyle "beyaz rus" demişler. Kendi dilleri Belarusca, ancak günümüzde Rusça'dan çok fazla sözcük içeriyor, halkın çoğu da Rusça konuşuyor. Bölgede Rusya ile ilişkileri en iyi ülke. O kadar ki Rusya ila iç hat uçuşları var, bizdeki Kıbrıs gibi düşünülebilir. Ancak okullarda Belarusca ve Rusça beraber öğretiliyor. Gezim sırasında Belarusça ve Rusça konuşanları ayırmaya başlamıştım. Gerçekten farklı fonetikte diller. Game of Throne'daki "dotraki" dilini anımsattı bana.

Öğleden sonra 4 gibi şehir meydanında daha önce internetten araştırdığım şehir turuna katılmak için geliyorum.  Şimdiden Polonyalı bir kızla Amerkalı bir arkadaş orada. Tanışıyoruz, sayımız 7 kişiyi buluyor. Birazdan da kızıl saçlı, mavi gözlü rehberimiz beliriyor. gerçek bir Beyaz Rus'un nasıl biri olduğunu orada anlıyorum. Ismi Daria. 2 saatlik güzel bir tur yapıyoruz. Katettiğim mesafe olarak en kısa süren şehir turum oluyor Minsk turu.  Gerçekten bir günde gezilebilecek şehirlerden. 

Yaklaşık iki saat süren şehir turundan sonra rehberimiz Daria birkaç arkadaşla oldukça samimi olduk. Tur biriminde bahşişlerimizi verirken başka neler yapabileceğimizi sorduğumuzda Belarus’ta görülmesi gereken en önemli yerlerden birinin Mir ve Nezvish'teki kaleler olduğunu söyledi. Ben de arkadaşlara böyle bir turu düşünüp düşünmediklerini sordum. Amerikan ve Avustralya’lı arkadaşlar kabul ettiler. Kale giriş ücretleri dahil 50 şer dolara tüm günlük bir tur ayarladık. Daha sonra aramıza Koreli bir arkadaş daha katıldı. Yarın buluşmak için sözleştik.

İki saatin sonunda oldukça yorgun düşüyorum. Küçük bir yemek molasından sonra erkenden yatıp yarına hazırlanıyorum. Sabah 9’da rehberimiz Daria bizi almaya geliyor. Özel bir arabayla yaklaşık 100-150 km sürecek yolculuğumuza başlıyoruz.

Ilk durağımız Mir kentindeki kale. Yol boyunca Belarusun kırsalını da görme şansı buluyoruz. Yol boyunca kanola tarlaları, çiftlikler, sürüler, traktörler bize eşlik ediyor. Ülke savaşta pek çok şeyi gibi yollarını da kaybetmiş. Yeni yapılan 3 şeritli yollar oldukça güzel. Güzel köyler ve manzaralar eşliğinde sıkılmadan Mir’e varıyoruz.

IMG_5359.JPG

Burası beşbin kişinin yaşadığı çok güzel ve şirin bir kasaba. Her yer tertemiz, koy büyüklüğünde ama trafik ışıkları, durakları her şeyi var. Evlerin etrafı küçük renkli ahşap çitlerle çevrilmiş.

Kasabanın çıkışında ana hedefimiz olan Mir Kalesi'ne varıyoruz. Unesco Dünya Mirası listesinde yer alan bu kale yaklaşık 400 yıllık bir geçmişe sahip. Bunca yıl süresince sadece 4 büyük ve soylu aile yaşamış. Orta çağ ile ilgili dizi ve filmlerden görmeye alışık olduğumuz etrafı suyla çevrili, yüksek duvarları olan kalelerden. Devrin imkanları ile aşmanın güç olduğu, kuşatmaya alınsa düşmesi aylar sürecek yapılardan.

Kale Dük Juryj Ivanavič Illinič tarafından 1600'lerde yaptırılıyor. Kalenin etrafını saran duvarların köşesinde 5 adet kule var. Kuleler arası yalşaık 75 metre. Kulelerden biri ziyarete açık, içerisi boş ve yukarı katlara çıkmak iri yapılı kişiler için gerçekten zor. Yukarıdan güzel bir manzara beklemeyin, kale çevresini duvarların arasından açılan yarıklardan çok az bir şekilde görebiliyorsunuz.

Kalenin içerisine girdiğimizde ailenin kaldığı büyük bir bina ve çevresini saran asker ve hizmetlere ait daha sade binalar var. Avlunun tam ortasında büyük bir su kuyusu var. Kalenin son sahipleri Radziwill ailesi, saray 1800'lerdeki Mir savaşından sonra neredeyse 100 yıl terk ediliyor ve boş bir şekilde duruyor. 1900'lerde Radzivill'in kızı tekrardan sarayı onarıp, ikamete açıyor.

Kalede zamanında 100'ün üzerinde hizmetçi varmış. Kendilerinin yaşadığı ayrı binaları var. Ailenin yaşadığı bina lüksü ve geniş odaları ile hemen belli oluyor. Geniş toplantı odaları, halen lüks yemek takımlarının olduğu salonlar, kütüphaneler ve çalışma odaları. Hizmetliler kalenin alt katlarında çalışıyorlarmış. En alt katta mahzenler, mutfaklar ve hizmetlilerin zamanlarını geçirdikleri odalar görülebiliyor.

Eğer Belarus'a yolunuz düştüğünde ziyaret etmek istiyorsanız detaylı bilgiyi resmi sitesinden alabilirsiniz.

İkinci durağımız Nesvizh Kalesi oluyor. Yine Radzivill Ailesine ait bu kale 1600'lü yıllarda tamamlanmış. 1921-1939 yılları arasında Polonya hakimiyetine girmiş. Kale yine etrafı suyla çevrili bir tepenin üzerine sağlam duvarlarla örülmüş bir şekilde inşa edilmiş. Kaleye giden yol üzerinde bir kilise ve çeşitli hediyelik eşyaların satıldığı dükkanlar mevcut. Giriş biletlerini de buradan alıyoruz. Girişi geçtikten sonra, yapay bir göl üzerinde birkaç yüz metre uzanan bir yoldan kaleye varılıyor. Gölün kenarında yerleşimler göze çarpıyor, rehberimiz burada evlerin çok ucuz olduğunu, göl kenarındaki müstakil bir evin bile 25-30 bin dolara alınabilineceğini söyledi.

Bölge Sovyetlerden ayrıldıktan sonra 1994'te yenilenerek ziyarete açılıyor. 2005 yılında da Unesco Dünya Mirası Listesine kabul edilmiş. 2017 yılı itibariyle giriş fiyatı 13 BYN, yani yaklaşık 20.-TL. Daha fazla bilgi almak için resmi sitesi ziyaret edilebilir.

Genel itibariyle Belaarus'u çok huzurlu bir ülke olarak buldum. Küçük, temiz, düzenli bir ülke. Ekonomik durumları iyi değil ama yine de mutlular. Doğu Avrupa seyahatimde en çok keyif aldığım duraklarından biri oldu. Sizlere de mutlaka tavsiye ederim..

Posted by mesuttoker 07:49 Archived in Belarus Comments (0)

Çernobil Gezi Notlarım

Pripuat,Ukraine

Çernobil'i yaşı otuzun üzerindeki pek çok kişi hatırlayacaktır. Ancak kısaca tekrar bahsetmek gerekirse pek çoğumuzun bildiği eski Sovyetler Birliği zamanında, günümüzün Ukrayna sınırları içerisindeki Çernobil kasabasında bulunan nükleer santralin, insan hatası yüzünden hasar görmesi sonucu, bölgedeki 30 kilometrelik alan içerisindeki binlerce insan evlerini terk etmek zorunda kalmış ve yüzlercesi ölmüştü. Bölgeyi karantinaya almak için günümüze kadar milyonlarca dolar harcandı, halen de harcanmaya devam ediliyor. Üzerinden otuz yıl geçmesine rağmen, reaktör halen bir şekilde aktif, detaylarına yazımızda değineceğiz.

IMG_5275.JPG

Ayrıca bakınız;

Kiev Gezi Notları

Çernobil'le ilgili planlarımı çok önceden yapmıştım. Moldova-Ukrayna-Belarus gezimin planları neleşmeye başladığında, internetten Çernobil turlarını araştırmaya başlamıştım. Katıldığım firma Soloeast, internet sitesinden önceden rezervasyon yapabiliyorsunuz. Oraya gittiğimde, Kiev'in en popüler firması olduğunu öğrendim. Yılda yaklaşık 7500 kişiye Çernobil'i gezdiriyorlarmış. Çernobil turu bu Doğu Avrupa seyahatimdeki en pahalı aktivite oluyor. Rezervasyonumu üç hafta önceden yapmama rağmen yaklaşık 90 dolar gibi bir ücret ödedim. Eğer son güne bırakırsanız 120-130 dolar gibi bir ücret ödüyorsunuz. Sabah Bağımsızlık Meydanı'ndaki büyük bir otelin önünden sizi alıyorlar. Akşam yediye kadar bölgeyi gezdirip, tekrar geri geliyorsunuz. Ödediğiniz ücretin bir kısmı sizin için yapılacak sigortaya gidiyor. Bölge radyasyon açısından neredeyse normal seviyelerde olmasına rağmen, terk edilmiş evlerin ve binaların yapısı gereği, başka türlü yaralanmalara ve zarar görmenize neden olabilecek riskleri içeriyor.

Çernobil'in bulunduğu Pripyat'a ulaşmak için bir buçuk, iki saatlik bir yolculuk yapmak gerekiyor. Yol oldukça düzgün, otobüslerde olabildiğince kaliteli. Yol üzerinde rehberimiz yaşanan olayla ilgili kısa kısa bilgiler veriyor. Kasabanın kaza öncesi hali ile ilgili videolar izliyoruz. bu bölgeyi gezerken bilgilerimizin taze olması gerçekten önemli çünkü neler yaşandığı, nasıl sıkıntılar çekildiğini bilmiyor iseniz, sizin için terk edilmiş binalardan, yıkılmış dökülmüş evlerden çok daha fazla bir şey ifade etmeyecektir. Ancak öncesini bilip, yaşananlara empati yapmaya çalışırsanız çok çok etkileneceğinizi söyleyebilirim.

IMG_5309.JPG

Bölge otuz kilometrelik yarı çapı olan bir daire içerisine alınmış durumda, halen sıkı bir askeri güvenlik var. Çemberin en dışında otobüsler durduruluyor, pasaport kontrolleri için tek tek için alıyorsunuz. Bu uygulama acaba turistler için özel bir durum mu diye düşünürken, çok nâdir bir kaç yerel arabanın geldiğini gördüm, onlarda da detaylı benzeri bir uygulama yapıldı. Hatta her hallerinden yerel bir askeri birlik oldukları belli olan bir grup asker de, aynı şekilde kontrolü yapılarak içeri alındılar. İlk noktayı geçtikten sonra kazadan en az etkilenmiş ve halen yerleşimin devam ettiği Pripyat Kasabası'na varıyoruz. Burada oteller mevcut, isterseniz konaklayabilirsiniz de. Ayrıca yemek yiyebileceğiniz restoranlar da mevcut, ancak bu noktadan ileriye yiyecek sokulmasına izin verilmiyor. İkinci kontrol noktası daha hızlı geçiliyor, sadece görevli gelip liste üzerinden kontrol yapıyor. Üçüncü de hiç durmadan geçiyoruz. Turda isteyene belli bir ücret karşılığı hayzer cihazı veriliyor. Çoğu yerde radyasyon seviyesi normal, beton yollarda, patikalarda cihaz hiç uyarı vermiyor. Ancak biraz yoluna çıkıldığında ya da belli bölgelerde cihazını öttüğünü, uyarı verdiğini görüyorsunuz. Rehberimiz uzun süre kalmayacağımızdan biraz radyasyona maruz kalınmasının önemli olmadığını belirtiyor. Bugün artık reaktörün çekirdeğinin bulunduğu yerde bile gerekli güvenlik önlemleri alındığı için, sıkıntı yok. Normalin kat kat üzerinde değerler görüyoruz ancak 10 dakikadan fazla kalmadığımızdan sorun olmayacağı söyleniyor.

Bölge içerisinde eski videoları izlediğinizde tamamen canlı bir kent, yeni yapılmış binalar, okullar, eğlence yerleri, süper marketler görüyorsunuz. Burada çalışmak için gerekli insan gücünün barınacağı, yaşayacağı, günümüz standartları için bile fena olmayan bir kent sıfırdan inşa edilmiş. Ancak günümüzdeki hali Walking Dead sahnesinden farksız. Doğanın nasıl egemen hale geldiğini, nasıl duvarları ve  evleri ağaçların kapladığını, aniden terk edilen okulların  ve çocuk yuvalarının, lunapark ve dönme dolapların zamanın izlerini üzerinde taşımasını görmek insanı derinden etkiliyor.

Aşağı yukarı bütün turlarda ortak gezilen alanlar var. Hangi firmayla giderseniz gidin benzeri bölgeleri göreceksiniz. Bir günlük turun yeterli olacağını düşünüyorum ama benim gittiğim dönemde hafta sonu bir gece konaklamalı turlar da vardı. Bölgeyi biraz daha detaylı görmek isterseniz bu turları tercih edebilirsiniz. Ama küçük bir bölümünü de görseniz, olayları tekrar kafanızda canlandırmak, o günleri tekrar yaşıyormuş hissine kapılmak için pek çok sebebiniz var. Terk edilmiş evler arasında gezerken, kendinizi post-apokaliptik kıyamet sonrası bir film yada dizi izlermiş gibi hissediyorsunuz. Her yer terk edilmiş, eşyalar geride bırakılmış, yolları otlar, çalılar bürümüş, spor salonları, futbol alanları olduğu gibi bırakılmış, gerçekten etkilenmemek mümkün değil.

On kilometrelik esas alan içerisinde, günümüzde reaktörlerin yanına kadar gidebiliyoruz. Aradan otuz yıldan fazla bir süre geçmiş olmasına rağmen, halen etkilerinin devam ettiği için Avrupa Birliği bilimsel araştırmalar yapılması kaydıyla, etrafının karantinaya alınması ve çalışmalar için para vermiş, destekte bulunmuş. Bölgedeki dört reaktörün tamamı artık kullanım dışı. Zaten etrafları da bir fabrika gibi tamamen beton ve çelik plakalarla örtülmüş. Az sayıda da olsa çalışan askerleri, görevlileri görebiliyorsunuz. Vardiyalar halinde, fazla kalmadan dönüşümlü olarak gelip gidiyorlarmış. En yakından fotoğraf çekebileceğimiz yerde bile  gayger cihazıyla 5-6 gibi seviyelere çıkıyor ancak uzun süre kalınmadıkça bu seviyeler tehlikeli değil.

IMG_5263.JPG

Yaklaşık beş saat süren gezimiz öğlen yemeği arası ile son buluyor. Pripyat'ta bir otelin restoranında yaklaşık bir saatlik bir yemek molası veriyoruz. Yediğimiz yemekler buraya her gün dışarıdan getiriliyormuş. Yaklaşık 2 saatlik bir yolculukla tekrar Kiev'in merkezine bırakılıyoruz. Ukrayna'da yaptığım e pahalı aktivite olmasına rağmen, her kuruşuna değdiğini söyleyebilirim. Yakınlardaysanız ve imkanınız varsa burayı görmeden dönmeyin derim, size daha önce tatmadığınız duygular hissedip, bazı şeyleri tekrar sorgulamanıza vesile oluyor.

Akşam yorgun bir halde geldiğim için, daha fazla gezme isteği kalmıyor ve hostelime dönüyorum. Ertesi gün Minsk otobüsüm akşam sekizde olduğundan tüm günü şehri gezmeye ayırabilirim. Sabah erkenden kalkıp valizimi hostelde bırakarak kaydımı sildiriyorum. Cumartesi günü yaptığım tekne turunda Moldovalı ama ailesi Ukrayna'da yaşayan ancak kendisi de on yıldır Amerika'da avukatlık yapan Galina isimli bir arkadaşla tanışmış ona müsaitse beraber gezme teklifinde bulunmuştum. Pazartesi günü beraber kahvaltı yapıp şehri bir de bilen biriyle tekrar görme imzanı buldum.

IMG_5222.JPG

Akşam altı gibi hostelime geçip, valizlerimi aldıktan sonra beni Belarus'a götürecek otobüsün kalkacağı merkez otobüs istasyonuna gittim. Biletleri zaten internetten almıştım, bizdeki gibi etkili bir sistemleri var.  Otobüsümüz klimalı, bizdeki hostes muavin tarzı uygulama yok ama çay ve kahvenizi alabileceğiniz otomatları ve tuvaletleri var. Akşam sekizde yola çıkan otobüsümüz sabah yedi gibi  Minsk'e varıyor. Yolda yaklaşık iki saatimiz sınırda geçti. Minsk'te görüşmek üzere...

Posted by mesuttoker 07:45 Archived in Ukraine Tagged ukraine pripyat Comments (0)

(Entries 21 - 25 of 50) « Page 1 2 3 4 [5] 6 7 8 9 10 »