A Travellerspoint blog

Tayland'ın Kuzey Ucu - Chiang Rai

Tayland

Tayland’ın turistik destinasyonlarından sonra gerçek Tayland’ı görebileceğim Kuzey Tayland gezimi 2015 yılı Nisan ayında gerçekleştirdim. Rotam İstanbul-Bangkok-Chiang Rai-Chiang Mai-Kuala Lumpur-İstanbul şeklindeydi.  Seyahatimi Qatar Airways ile gerçekleştirdim. Son güne kadar oldukça rekabetçi fiyatlar veren havayolu yeni ve bakımlı uçakları ve güzel hostesleriyle meşhur. Doha'ya kadar olan ilk uçuşumuzu Airbus A330-200 tipi bir uçakla gerçekleştirdik. Boarding zamanında başladı ve uçak zamanında hareket etti.

20150414_115518.jpg

Uçuşumuzun ilk ayağı dört saat sürüyor. Kalkışın ardından hızlı bir şekilde yemek servisine geçiliyor. THY'den sonra yediğim en lezzetli yemek olduğunu söyleyebilirim. Etli ve tavuklu iki farklı menü ve vejetaryen menüsü vardı. Ekmek, tereyağı-peynir, salata, ana yemek ve tatlı oldukça doyurucuydu. Bir saat süren yemekten sonra kahve ve demleme çay faslına geçtik. Uçak yeniydi, koltuk aralıkları 32 inch, oldukça rahat, genel itibariyle sarsıntısız bir uçuş oldu. Uçuşla ilgili tek olumsuz durum "Oryx"denen uçuş içi eğlence sistemi. Maalesef çok kullanışsız, kulaklıklardan gelen ses yetersiz, sistem dokunarak çalışmıyor, kumandayla kontrol ediyorsunuz.

Doha uçaktan çok güzel görünüyor. Ancak inişimiz o kadar güzel olmadı. Hayatımdaki en sarsıntılı inişti. Doha'da aktarma için iki saat süremiz vardı. Transit çok kolay, çok fazla yolcu olduğundan kalabalığı takip etmeniz yeterli. 15 dakikada güvenliği geçip biraz mağazaları dolaştım. Daha sonra sıkılıp uçağın kapısına giderek beklemeye başladım. A380 uçuşları normal uçuşlardan farklı olarak bölümlere ayrılmış oluyor. Bizim uçuşta 5 bölüm vardı. 1'den başlamak üzere sırayla içeri alınıyoruz. Uçak gerçekten devasa. Ekonomi sınıfında 3-4-3 oturma düzeni var. Kanatlar çok geniş, uçağın en önünde veya arkasında değilseniz, kanattan başka birşey görmeniz pek mümkün değil. Flaplar açılırken bildiğimiz makina sesleri geliyor, çok büyük olduklarından büyük hidrolik pistonlar kullanılmış. İlk göze çarpanlar, güzel iç aydınlatma, rengarenk, büyük dokunmatik ekranlar. Neredeyse akıllı telefonlar  kadar kullanışlı. Ayrıca cam kenarları kafanızı koyup uyuyacağınız kadar geniş. Kıtalar arası uçuşlarda genellikle koridor tavsiye edilir ancak A380 bu durumu değiştirecek gibi görünüyor.

20150414_115916.jpg

Uçağımız 2.15'te kalkıp tam zamanında vardı. Kalkışın hemen ardından sandviç ve varıştan 2 saat önce yemek ve çay-kahve servisi yapıldı. Uçağın büyüklüğünden olsa gerek fazla türbülans yoktu. Oldukça rahat bir uçuş oldu. Doha'nin konumundan dolayı uçuş kısa sürüyor zaten. 6 saat gibi bir sürede Bangkok'a varıyoruz. Uçak'ta wifi olmakla birlikte çok yavaş. Sadece mesajlaşmak mümkün. Eğlence sistemi ilk uçuşun aksine çok çeşitli ve kullanışlıydı. Bu fiyat ve kalite çerçevesinde her zaman Qatar Airways'i tercih ve tavsiye ederim.

Bangkok’u daha önce gördüğüm için zaman kaybetmeden Chiang Rai’ye geçmek istedim. Chiang Rai küçük bir şehir olduğu için fazla uçuş seçeneği yok. Sadece Bangkok’tan ulaşabiliyorsunuz. Thai Smile, Nok Air, Air Asia, Bangkok Airways gibi ekonomik hava yolları bu şehre uçuyor. Ben Thai Airways’in alt kolu olan Thai Smile’ı saatinin uygun olması dolayısıyla seçtim. Çıkışta oturduğum için rahat bir uçuş oldu, 1 saat 25 dakikanın ardından inişe geçtik.

Chiang Rai Havaalanı sadece 2 uçağın aynı anda park edeceği büyüklükte, şehrin içinde sayılır. Çok kısa bir taksi kullanımıyla şehir merkezine ulaşılabilir. Beni karşılayacak arkadaşım olduğundan özel şoförlü bir araba kiraladık. Havaalanı transfer, 2 gün gezi ve son gün otobüs durağına bırakmak dahil toplamda 3000 Baht yaklaşık 100 USD ödedim.

Chiang Rai; Tayland’ın en kuzey noktası, kuruluşu 1300’lü yıllara kadar dayanıyor. Kuzeyde bulunması dolayısıyla iklimi göreceli olarak Tayland’ın geneline göre daha serin. Şehir merkezinde 70.000 civarında kişi yaşıyor. Laos ve Myanmar ile sınırı buluyor. Şehir, kralın annesine ev sahipliği yapmasıyla meşhur. Ömrünün son dönemlerini geçirdiği Doi Tung Royal Villa bu şehirde.

Şehirde bulunduğum Nisan ayı en yüksek sıcaklıkların yaşandığı, yağışın az olduğu bir ay, diğer ifadeyle “low season”, o yüzden pek yabancı göremedim. Ancak arkadaşın dediğine göre de pek yabancı turistlerin seçtiği bir bölge değil. Genelde sırt çantalı gezginler uğruyor. Hemen hemen hiç masaj salonu yok. Fiyatlar da dolayısıyla çok ucuz. Bangkok ve Phuket’te harcadığımın çok azı bir miktara tatilimi geçirme fırsatı buldum. Ayrıca bulunduğum dönem meşhur Sangron yani Su Festivali'nin olduğu dönemdi. Budist geleneğinde suyla günahlardan arınıldığının düşündüğü ve insanların birbirlerini ıslatarak bir bayram havasında geçirdikleri bir festival. Şehirden şehire festival süreleri farklı olmakla birlikte genellikle 2-3 gün sürüyormuş. Yol kenarlarında kovaları, hortumlarıyla gelen geçenleri ıslatanlar, ya da pick-up tarzı araçların arkasına doluşmuş, su bidonlarıyla yol kenarlarında bekleyenleri ya da yanlarından geçenleri ıslatmaya çalışıyorlar.  Beklenenin aksine kimse kimseye kızmıyor. Herkes kahkahalar atıyor ve eğleniyor.

Otelimizi şehre 20 dakika uzaklıkta, dağların eteklerindeki bir kondo hotelden ayarlamıştım. Pirinç tarlalarının, çiftliklerin olduğu bir bölgeydi. Geceleri kuş ve böcek seslerinden başka bir şey duymak mümkün değil. Ancak şehir merkezinde geceliği 10-20 TL'ye hostel bulmanız işten bile değil.

Özel bir araç kiraladığımdan bahsetmiştim. Şehre yalnız geldiyseniz günü birlik turlar kiralamak mantıklı olacaktır. Ancak 3-4 kişi iseniz günlük taksi kiralamak en mantıklısı. Taksilerde turistik yerlere ait broşürler mevcut ve mesai saatleri içerisinde istediğiniz yere götürüp kapıda bekliyorlar.

20150414_103307.jpg

Varış gecemde güzel bir uyku çektikten sonra jetlag'in de etkisiyle erkenden kalktım. İlk durağımız Long Neck Karen Willage oldu. Ormanlık bölgedeki köylerinde kabile hayatı yaşayan insanlar. Başta ilginç geldi ama sonra hikayelerini dinleyince biraz hallerine acıdım. Aslında boyunlarına halka takan bu insanlar Myanmar-Burma kökenli ve Tayland hükümeti onlara resmi kimlik ve Tay Vatandaşlarının haklarını vermiyor. Myanmar’a yakınlığı dolayısıyla da Chiang Mai ve Chiang Rai gibi kuzey kentlerine sürülmüşler. Aslında eski günlerde fakir ama yeşillikler içerisinde, tamamıyla doğal bir hayat sürdüklerine eminim ama bu günlerde turistik malzemeye dönüşmüşler. Muhtemelen küçük çocuklara bile takılan bu halkaları turistler için takmaya devam ediyorlar. Köyün ortasında da el işi yaptıkları ürünleri satmaya çalışıyorlar. Her güzel şeyde olduğu gibi bu güzellikte ticarete dönmüş.

Bir sonraki durağımız panaromik resimlerinden hatırlayacağımız, meşhur beyaz tapınak Wat Rong Khun. 1997 yılında açılıyor ve ilginç bir şekilde devlete değil de Chalermchai Kositpipat adında bir sanatçıya ait. Sebebine gelince bu eski yapı 1900’lerin sonunda kullanılamaz bir halde ve bu arkadaş kendi parasıyla ve halktan aldığı yardımlarla burayı yeniden inşa ediyor. Yürüyüş yolunun bir kısmı, buraya yardım yapanların adlarının yazıldığı yapraklara ayrılmış zaten. Tam olarak da bitirilmiş değil, tapınağın etrafındaki yapılarda inşaat devam ediyor. Bu arada 2014 yılında bir deprem sonrası yine hasar görüyor, o yüzden benim resmimde sol üstteki bir bölüm yıkık vaziyette. Daha düzeltmeye zaman bulamamışlar anlaşılan. Konum olarak şehir merkezinde, etrafında da bir çok kafe ve alış veriş için mekan var, gözünüzden kaçması mümkün değil.

Bir sonraki durağımız Singha Park. Şehrin dışında özel bir çiftlik. İçerisinde büyük bir gölet, çay bahçeleri, kafeler, bisiklet yolları ve meyve sebze bahçeleri var. Biz bisiklet kiralayıp iki saat kadar süren bir gezi yaptık. Sıcakta biraz yorucu olmakla birlikte, harika manzaralara değer.

Bir diğer nokta, Black Temple, görüşünüş olarak güzel ama fazla bir şey yok. Aslında yine bir sanatçının yaptığı, eserlerinin sergilendiği bir müze. Bir saatliğine uğranabilir. Görmeden gelmemeniz gereken diğer bir nokta; çay bahçeleri. Çay bahçeleri yukarıdan gören bir noktada kafede dinlenebilirsiniz. Çayla yapılan pek çok içecek ve tatlı deneyebilirsiniz. İşçilerin çalışmalarını izleyip, onlara katılabilirsiniz.

20150415_151310.jpg

Chiang Rai’de en sevdiğim yeri en sona sakladım. Mevcut kralın müteveffa annesi, ömrünün son yıllarını, Chiang Rai ve Myanmar’ı tepeden gören bir sarayda geçirmiş. Saray halen dönemsel olarak kullanılmaktaymış, kraliyet üyeleri geldiğinde geziye kapatılıyor. Ancak burada olmadıkları dönemde bazı özel alanlar hariç tamamını gezebiliyorsunuz. Oldukça sade olmakla birlikte lokasyon olarak mükemmel bir konumda. Bir tarafı çiçek bahçelerini, diğeri geniş bir vadiyi görüyor.

Genel olarak Chiang Rai’yi çok beğendim. Çok güzel vakit geçirdim. Düşük sezonda, ortalıkta kimseler yokken gezmek çok daha zevkli. Bu ülkeyi muson yağmurlarında da görmek istiyorum. Bence en ideal mevsime felan takılmayın, zamanınızı ayarladığınız gibi gelin. Eminim her mevsimde güzel bir ülke burası.

Buraya 2-3 gün yeterli, Chiang Mai biraz daha fazlasını vaadediyor. O yüzden Chiang Mai’ye 4-5 gün ayrılabilir. İki kentin arası yaklaşık 200 km, ben de otobüs yolculuğuyla bir sonraki durağım Chiang Mai’ye geçiyorum. Her taraf yemyeşil, hava sıcak ama otobüsün içi oldukça serin. Chiang Mai’de görüşmek üzere...

Posted by mesuttoker 11:23 Archived in Thailand Comments (0)

Tayland'ın Kültür Başkenti - Chiang Mai

Tayland

Kuzey Tayland’daki ikinci durağım Chiang Mai oluyor.  Kuzeydeki iki kent olan Chiang Rai ile Chiang Mai arasında yaklaşık 200 km bir mesafe var ve genellikle klimalı, geniş koltuklu, lüks sayılabilecek otobüslerle ulaşım sağlanıyor. Bizdeki otobüslerden farklı olarak, şöför mahalli ile yolcuların bulunduğu bölüm tamamen bir birinden ayrı ve içerisi gerçekten çok soğuk olabiliyor. O yüzden hava her ne kadar sıcak olsada bu tarz yolculuklar için yanınızda üzerinizi örtecek bir şeyler bulundurmalısınız.

Chiang Mai, Bangkok’un 700 km kuzeyinde yer alıyor. Tarihi çok eskilere uzanan şehir, Çin’den bu topraklara gelen ilk Tayların kurduğu Lanna Krallığı’na 450 yıl başkentlik yapmış. Ağırlıklı olarak Budist halkın yanında, müslüman azınlık da bulunmaktadır.

20150417_122634.jpg

Üç saate yakın otobüs yolculuğunun ardından akşam saatlerinde şehre ayak basıyoruz. Chiang Rai’den farklı olarak hemen büyük bir şehir olduğu belli oluyor. Trafik çok ağır işliyor, her yer sağa sola yürüyen insanlarla dolu, sağlı sollu masaj salonları, turizm ofisleri göze çarpıyor. Otelimi biraz şehir dışında aldığımdan tuktuk kullanmamız gerekiyor. Ancak pazarlık şart, ilk teklif edilen rakamın yarısına kadar zorlayın, çoğu zaman kabul ediyorlar. Şanslıysanız o yöne giden içi dolu bir tuktuk bulabilirseniz çok ucuza bile seyahat edebilirsiniz. Ancak bazen taksiden bile pahalıya gelebilir.

Tayland’da yeteri kadar tapınak gördüğümden artık tapınaklara gitmeyeceğime dair kendime söz veriyorum. Bir süre sonra hepsi bir birine benzemeye ve her yerde karşımıza çıkmaya başlıyor. Burada daha çok doğa ağırlıklı turlara kendimi vermeye söz veriyorum.

Chiang Mai, 5 milyonu yabancı olmak üzere her yıl 15 milyona yakın ziyaretçi ağırlıyormuş. Düşük sezonda orada olmama rağmen nehrin kenarlarındaki merkezi noktalar oldukça yoğun, mesai saatlerinde kaçınmakta yarar var. İlk gün şehri tanımaya ayırıyorum. Pek çok şehir gibi Chiang Mai’de bir akarsu kenarına kurulmuş. Chao Phraya Nehri şehir merkezi boyunca sizi takip ediyor. Nehrin gözden kaybolduğu noktalarda şehir dışına çıktığınızı anlayabilirsiniz. Chiang Rai’de bulamadığım masaj salonları burada her yerde, masajımı yaptırıp, tur programı satan yerleri dolaşıyoruz. 900 bahta bir trekking paketi ve 1900 bahta 3 saatlik bir ATV turu alıyoruz.

Turlar içerisinde Tayland’ın her yerinde karşınıza çıkacak kaplanlar, timsahlar, filler, maymunlar, Tay yemek kursları, tapınak gezileri klasikler arasında. İçlerinden benim ilgimi çeken iki tanesini paylaşmak istiyorum. Her ikisine de katılmadım ama katılmak ilginç olabilir.

Birincisi “Flights of the Gibbons”, kabaca ormanda ağaçlar arasında gerilmiş çelik halatlar üzerinde hareket ederek, dolaşılan bir aktivite türü. Benzerleri tüm Tayland’da ve Chiang Mai’de olmakla birlikte, gibbon denen maymunların olduğu alanlarda onlarla beraber uçmak sadece bu aktiviteye özgü. Fiyatı da o yüzden biraz pahalı. Benzerleri 2.000  baht civarındayken bu etkinlik 3.000 baht, yani yaklaşık 100.-USD. 50’ye yakın platform var ve en uzunu 800 metreyi bulabiliyor. Yaklaşık yarım gün sürüyor, 120 kg ağırlık sınırı var.

Diğer aktivite “fil bakıcılığı”. Fil üzerinde yapılan turlardan farklı olarak 2-3 günlük satılan paketlerde bir fil çiftliğinde kısa süreliğine fil bakıcısı oluyorsunuz. Fillerin beslenmesinden, yıkanmasına, bakımından geziye hazırlanmasına kadar her işi siz yapıp çiftlikte konaklıyorsunuz. Biraz angarya görünebilir, ancak ilginç bir deneyim olacağı kesin.

20150414_144510.jpg

Şehirdeki ikinci günümüzde trekkinge katılıyoruz. Sabah otellerimizden alındıktan sonra yaklaşık bir saatlik yolculuğun ardından yürüyüşe başlayacağımız köye geliyoruz. Köyde kısa bir gezintiyle yerel halkın evlerini, nasıl yaşadıklarını görüp, yol için içecek ve yiyecek takviyesi yapıyoruz. Aktivite 5-6 saat, yaklaşık 10 km kadar sürüyor. Düşük sezonda olduğumuzdan grubumuz çok kalabalık değil. 4 Portekizli, eşi Myanmar’lı bir İngiliz ve gezinin maskotu olan küçük kızları var.

Orman içerisinde ilerleyip, çeşitli ağaçları ve meyveleri tanıyoruz. Bir saatlik yürüyüşün ardından bir şelalede mola veriyoruz. Bir sonraki köyde öğle yemeğinin ardından, nehirdeki bir sal gezisine katılıyoruz. İlk aşamada kısa süreceğini düşünüp, üzerimize uygun kıyafet almıyoruz ancak salla nehirde yaklaşık 10 km gidiyoruz. Tahmin edeceğiniz gibi sırılsıklam oluyoruz ancak Tayland’da bu sorun değil. Nehrin kenarları sayfiye yeri gibi, piknik çantasını, pikesini getiren nehrin kenarına oturmuş, Songkran’da olduklarından geleni geçeni ıslatıyorlar.

Gezinin son kısmında fil turu var. Daha önceki tecrübelerimden farklı olarak bu kez filimizin sürücüsü yok ve file platformdan değil de filin ayağına basarak üzerine çıkıyorum. Bir noktasında filin başına oturup yönlendirme fırsatı da elime geçiyor. Orman içerisinde oldukça güzel ve zorlu rotalarda geziyoruz. Son bölümde fil tarafından ıslatılarak turumuz sona eriyor.

20150414_162004.jpg

Bir sonraki turumuz ATV turu. Yine ormanın derinliklerini görebilme adına aldığımız bir tur. Düşük sezonda gelmenin nimetlerinden biri, turu bizden başka alan yok. Önümüzde yol gösteren arkadaş arkasında biz 50 km’lik köyler arasında bir alanı geziyoruz. Yolda istediğimiz yerde durup fotoğraf çekme lüksümüz var. Köydeki bir budist düğününe katılıyoruz. Köy evleri beklediğimden çok daha fazla bakımlı, rengarenk çiçeklerle bezeli, oldukça bakımlı. Tayland’ın ilk kez bu noktasında buraya yerleşip burada yaşama isteği duydum. 3-4 saatlik bir yolculuğun ardından tekrar otelimize dönüyoruz.

Şehirdeki 4. ve son günümü yine şehri gezmeye ve masajlara ayırdım. Tayland’daki en iyi masajı burada yaptırdığımı belirtmeliyim. Yalnız masaj burada biraz daha pahalı, çünkü gerçekten masaj olarak yapıyorlar. Girişte ikram ettikleri içecekten, çıkışta ikram ettikleri çiçeklere kadar her şey bir seramoni gibi.  Son gecemde gece pazarını da geziyorum. Hediyelik eşya seçimi için çok uygun bir yer. Her türlü yiyecek, içecek ve giyeceği bulmanız mümkün.

20150419_181155.jpg

Pazarda da türlü türlü yiyecekler görüyorum denemek istiyorum ama yine başım derde giriyor. Tay yemekleri kesinlikle bana göre değil. Neyseki otelin 100 metre ilerisinde Donkin Donuts vardı da aç kaldıkça donuta yöneldim. Son gecenin ardından erkenden yatıyorum, yarın direkt Kuala Lumpur’a uçağım var. Uçuşunuz erkense otelden taksi ayarlamanızda yarar var, hava alanı şehre çok yakın olmakla birlikte sabah erken taksi bulmanız güç olabilir.

Posted by mesuttoker 11:20 Archived in Thailand Comments (0)

Moskova-Rusya

Rusya gezimizin ilk durağı St.Petersburg'du. Bir sonraki durağımız Moskova oluyor. St.Petersburg'dan Moskova'ya geçiş için tren yolculuğunu seçtik. 2.sınıf 4 kişilik bir vagonda 50.-USD civarında bir tutara yolculuk ettik. Yolculuk 9 saat sürüyor. 3-4 saatlik "sapsan" denen hızlı trenleri de seçebilirsiniz. fiyatı 100.-USD civarında, yada 30-40.-USD'ye, 6 kişilik kompartımanlarda daha ucuza seyahat edebilirsiniz. Tren istasyonu St.Petersburg'un merkezinden, Moskova'nın merkezine kadar gidiyor. Bulunduğumuz dönemde Volvograd'ta tren istasyonuna saldırı olmasına rağmen, çok sıkı güvenlik önlemlerine rastlamadık. Tren istasyonunda da internet ücretsiz.

pexels-vierro-3629813.jpg

Yazının içeriğinde gezilip görülecek yerlerden ziyade, öneri ve yorumlarım bulunmaktadır. Gezilmesi gereken yerler için internet kaynakları araştırılabilir.

Rusya'nın tren hattına saygı duydum, çok geniş bir ağ ve çok işlevsel. İstasyon hava alanı gibiydi, bir saat içinde 10'dan fazla tren kalkıyordu. İlk başta treni bulmak kolay olmadı. Pek ingilizce konuşulmadığından el işaretleriyle treni bulduk, her kompartımanın girişinde görevliler var, pasaport ve bilet kontrolü yapılıyor. İnternetten alınan biletlerin çıktısı yetiyor, ayrıca bastırmaya gerek yok. Yanlış trene geldiyseniz, görevliler sizi tekrar yönlendiriyor. Vagonlar çok dar, çift ranzalı, yorgan ve çarşaf veriyorlar, ayrıca kalorifer var. İlerleyen saatlerde dayanılmaz bir sıcaklık oluyor, o yüzden yorganları kullanmamak akıllıca olabilir. Trende uyuyabilir miyim diye düşünüyordum ama lokomotiften uzak bir vagon seçtiyseniz, çok sessiz oluyormuş. Bir de hafif sallanarak gidince beşik etkisi yapmadı değil. Tren tam vaktinde hareket edip, vaktinden bir kaç dakika önce Moskova'ya vardı.

Moskova'da ilk izlenimlerim binaların bize ne kadar çok benzediğiydi. Bizim TOKİ binaları tarzında 25-30 katlı, etrafı açık yerleşimlerdi. Muhtemelen Türk mimarlar yapmış diye düşündüm. Tren istasyonu ile kalacağımız yer arasında 5 km gibi bir mesafe olduğundan metroyu kullanmak zorunda kaldık. Moskova'da yaşadığımız ilk sıkıntı bu oldu. Metronun çalışma şeklini çözmek biraz zamanımızı aldı ama anladıktan sonra ne kadar büyük bir nimet olduğunu gördük. Biletleri gişelerden alabileceğiniz gibi (40 ruble) bozuk rubleniz varsa otomatlardan da alabilirsiniz. Makinelerde sadece 1-2 seferlik yükleme yapılabiliyor. Gişelerden çoklu yükleme yaptırabilirsiniz.

Metro Kullanımı

Metroda sanırım 10 civarında farklı hat vardı. Tek bir hattı aklınıza yazın, kahverengi 5 numaralı ring hat. Bu hatta ulaşabilirseniz tüm hatlara aynı biletle geçebilirsiniz. Trenler abartısız 30 saniyede bir geliyor ve çok işlevseller. Çoğu durakta başka bir hatta geçiş var. Bazılarında 2, bazılarında 3 büyük aktarma istasyonlarında ise 4 hat. Burada bilmeniz gereken farklı renklerdeki hatlar farklı katlardan geçiyor. Yani kahverengi trenden indikten sonra, aynı hattan mavi treni beklemeyin. Tabelalara bakın, bir alt veya bir üst kata çıkın. Kahverengi hatlı trenlerde gittiğiniz yönler ışıklı tabelayla gösteriliyor, yani terse bindiğinizi farkettiğinizde bir sonraki durakta inip, karşıya geçerek tekrar geriye gidebilirsiniz. Ancak diğer renkli hatlara bindiğinizde işiniz biraz daha zor, ya başınızı dışarı uzatıp hangi durakta olduğunuzu çözmeye çalışacaksınız, yada içeride anons yapan davudi sesli abinin sözlerini anlamaya çalışacaksınız. Çok değil ben 2. günde anlamaya başlamıştım. Ama bir kez çözdükten sonra zevkli gelmeye başlıyor. Çünkü matematiğe dönüşüyor iş, bir noktaya pek çok hattı kullanarak gelebiliyorsunuz. Metro gece 1-6 arası çalışmıyormuş, onun dışında ulaşım için en iyi yol bence.

Moskova hemen daha büyük ve kozmopolit bir şehir olduğunu belli ediyor. Caddeler, yollar genişliyor, trafik daha içinden çıkılmaz bir hal alıyor, farklı milletlerden insanlar görmeye başlıyorsunuz. Yine bu noktada otelimizin meydana yakın olmasının yararını görüyoruz. Kremlin Meydanı'na 10 dakika bir uzaklıktayız. Gece geç saatte ya da trafik saatlerinde ulaşmak hiç sorun olmuyor. Moskova'da hava biraz daha soğudu, şehir dışından gelirken her yer kardı, şehrin içerisinde de sağda solda sürekli kar görüyoruz ama yerler tamamen açık.

pexels-pixabay-164583.jpg

Yıl başı gecesini Kremlin Meydanı'nda geçirdik. Öncelikle son yapılan saldırılardan olsa gerek çok büyük bir güvenlik çemberi vardı. Tamamen askerlerden oluşan bir çemberdi adeta. Kremline girene kadar tam üç arama noktasından geçtik. Korkmadım desem yalan olur. Mahşeri bir kalabalık vardı, yer yer yığılmalar oluyordu ama kontrol noktalarından sonrası rahattı. Bu noktalarda neden Türkleri sevmediklerini de görmüş oldum. Bizim yıl başındaki Taksim'de olan tiplerin yaptıklarının aynısını, çekik gözlü Türk asıllı kardeşlerimiz de yapıyorlardı. Polis ve asker açık açık ayırıyordu kenara, içeriye almıyordu. Gece yarısında meydanda havai fişek gösterisi ve yakın bir meydanda Rus bir grubun konserinin dışında fazlaca bir şey olmadı. Ancak insanlar aileleriyle birlikte eğlendiler.

Yine ayrı bir parantez, Rusları içkici bilirdim, yıl başı gecesi gördüğüm sarhoş sayısı 2-3, elinde içki şişesi olan sayısı 4-5, elinde litrelik cola-ice tea olan sayısı onlarca. Nerede dedim bu votkacılar.

Dönüşümüz Vnukova havaalanından 22:25 uçağıyla oldu. Moskova'nın 4 uluslararası havaalanından biri. THY daha ekonomik olduğu için uçuşlarını buraya kaydırmış. Şehirden 35 dakikalık tren yolculuğu ile gelinebiliyor. Tek yapmanız gereken Kievskaya Metro istasyonuna gelip Aeroexpress'e geçmeniz. Etraftakilere sormayın, başka bir tren hattı daha var, oraya yönlendiriyorlar, yarım saat kaybettik onlar yüzünden. Metro'nun hemen çıkışında sağda kırmızı bir tabelası var, onu takip edin. Özel bir şirket zaten, tek durak, direkt havaalanına gidiyor. Oldukça konforlu, 360 Ruble, 23.-TL gibi bir ücreti var.

Moskova'yla ilgili tespitlerim;

  • St.Petersburg'a göre daha karışık, binalar daha eski, asker polis daha fazla vardı.
  • Mc. Donalds'ları bu kadar dolu olan bir yer hatırlamıyorum. Abartısız 30 dakika ayakta yer beklediğimiz oldu.
  • Kadın tuvaletlerinin önündeki kuyruklar 30-40 metreyi bulabiliyor.
  • Öğrendiğim tek kelime çay oldu. "Çorni çay" Kara çay.
  • Bir çok ingilizce konuşma denemesi yapmaya çalışmakla birlikte, ingilizce anlaşabildiğim sadece 3 kişi oldu. Biri liseli bir kız, biri garson, diğeri de Japon bir öğrenci.
  • Su çok pahalı, bir de belirtmezseniz soda getiriyorlar. 55-60 ruble, 3,5-4.-TL.
  • Clubların çoğu yıl başı dolayısıyla tatildeydi.

Velhasılı kelam Rusya'yı bir de yazın görmek isteği uyandı ben de, ama özellikle St.Petersburg'a. Bir de beyaz gecelerinde gitmek lazım sanırım.

Posted by mesuttoker 11:09 Archived in Russia Comments (0)

St.Petersburg-Rusya

2014 yılına girmeye günler kalmıştı. Yılbaşını geçirebileceğimiz, vizesiz ülke arayışlarımız sürerken Rusya ön plana çıkmaya başladı. St.Petersburg'a uçup, oradan trenle Moskova'ya geçip yıl başını Moskova'da geçirmeye karar verdik.

İstanbul'dan uçağımız 13:25'te kalkıyordu. Sırt çantalarımızı alıp, uçağı beklemeye başladık. İlk sürpriz Fatih Altaylı'nın da bizim uçakta oluşuydu. Gündemden uzak kalmak istemiş anlaşılan. St.Petersburg'a uçuş yaklaşık 3 saat sürdü. Yerel saatle 18:30'da uçağımız indi. Daha önce hava limanının küçük olduğunu okumuştum ama bu kadar küçük bir alan beklemiyordum. Uçaktan indikten sonra pasaport kontrol noktasına gelmemiz 50 metre bile sürmemiştir. Pasaport noktası 4-5 bankodan oluşuyordu, 30 günlük vizeyi basıp içeriye saldılar bizi. Herhangi bir soru sorulmadı, hatta uçakta doldurulması gereken formları bile artık kendileri doldurup bize veriyorlar. Pasaport kontrolünden sonra küçük bir salona geçiliyor, bizim de kiril alfabesiyle cebelleşmeye başladığımız yer burası oldu. Bir tek döviz bankosu vardı, kapalıydı, bankamatiklerden para çekmeye çalışırken, çırpındığımızı gören Rus bir taksici bizi nakit döviz alan bankamatiğe yönlendirdi de ilk rublelerimize kavuşmuş olduk.

Şehre gitmek için 3 seçeneğiniz var. 13 numaralı otobüs hattı, 13M numaralı minibüs hattı ve taksiler. Biz en ucuz olan otobüsü seçtik. Şehir merkezine giden metro hattına ring sefer, içerisinde para geçiyor, paraları sizden toplayan görevliler var.

1 bilet 25 rubleydi, yaklaşık 1.80.-TL. Metro istasyonunda inip, metroyla otelimizin de üzerinde bulunduğu Nevsky Prospeckt-Nevski Caddesi'ne ulaştık. Şuraları gezdik diye uzun uzadıya anlatmayacağım, ama ilerde gitmeyi düşünürseniz ihtiyacınız olan bir kaç noktayı özellikle belirteyim. Oteli mutlaka Nevski Caddesi'ne yakın bir yerde ayarlamaya çalışın. Cadde 5-6 km uzunluğunda ve şehir adeta bu hat üzerine kurulmuş. Tüm tarihi mekanlar, meydanlar, müzeler, kiliseler, eğlence merkezleri, restoran ve kafeler bu cadde üzerinde. Bu cadde üzerinde konakladığınız sürece yürüyerek gidilemeyecek yeri yok.

20131229_173819.jpg

Bu cadde boyunca şehri kesen nehirler mevcut. Bu nehirler üzerinde tekne gezileri yapılmakta. Kış dönemi gittiğimiz için biz tercih etmedik. Ancak yazın mutlaka yapılması gereken bir aktivite. Yine bu cadde üzerinde pek çok meydan ve park bulacaksınız. Rusya bu konuda oldukça zengin bir ülke. Çok geniş park ve bahçelere sahip.

St.Petersburg' a gidildiğinde mutlaka neresi görülmeli derseniz, her halde herkesin ortak cevabı Ermitaj Müzesi olacaktır. Envanterinde 3 milyon parçanın üzerinde eser bulunduğu ama bunun çok az bir kısmının sergilendiği biliniyor. Yine söylentiye göre, her bir eser parçasına 1 dakika ayırsanız, hakkıyla gezmek aylarınızı alacaktır. Müze Neva Nehrinin kıyısında, karşı kısma geçilen köprünün ayaklarındadır.

20131229_162901.jpg

Görülmesini mutlaka tavsiye ettiğim yerlerden biri de The Church of the Savior on Spilled Blood isimli kilise. Aslında pek çok ismi var. ( Rusça: Tserkovʹ Spasa na Krovi ya da diğer adıyla Sobor Voskreseniya Khristova. Zaman zaman da Temple of the Savior on Spilled Blood ve Cathedral of the Resurrection of Christolarak da biliniyor.) Moskova kartpostallarında görmeye alıştığımız, masal dünyasını andıran renkli kubbeleriyle ünlü bir kilise, aynı zamanda müze. Önünde çok güzel fotoğraflar çektirebilirsiniz.

Yine görülmesi gereken bir yer, Ermitaj müzenin hemen önünde yer alan Saray Meydanı. Kanlı Pazar ve Ekim Devrimi gibi tarihi olaylara tanıklık etmiş, devasa bir meydan.

20131229_135004.jpg

Gezdiniz acıktınız, yemek konusunda Nevski Caddesi üzerinde ağız tadınıza bağlı olarak pek çok seçeneğiniz var. Benim gibi yabancı ülke mutfaklarına şartlı yaklaşanlardansanız, cadde üzerinde 3-4 adet Subway, pek çok Mc Donalds, 1 adet KFC ve Pizza Hut olduğunu söyleyeyim. Bunun dışında pek çok Sushi restoranı, italyan resrotanları, fırın tarzı mekan bulabilirsiniz. KFC'de bir kova but ve 2 kola 550 ruble, yaklaşık 35.-TL. Mc Dolands'ta 2 tavuk burger ve bir kolayı 150-160 rubleye yani yaklaşık 10.-TL ye yiyebilirsiniz. Bunların dışında adım başı kahve zinciri görebilirsiniz. Bazı yerel markalardan cadde üzerinde 20'den fazla restoranı vardır sanırım. Bizim bildiğimiz Sturbacks ve CoffeeShop Company'ye de rastlanıyor. Buralar yemeğe göre biraz daha pahalı, orta boy mocha ve muffin yaklaşık 350-400 ruble tutuyor. Bize göre 20-25.-TL arası. Bu kafelerin hepsi ücretsiz internet bağlantısı sunuyor.

Sanırım kızları ayrı bir paragrafı hak ediyor. Gitmeden önce herkes gibi kızlarının güzelliğini duymuştum ama bu kadar olacağını tahmin etmiyordum. İlk gün etkisinden çıkamadık. Nereye kafamızı çevirsek ayrı bir güzellik görüyorduk. Esmer ve sarışının ortak özelliği o derin mavi ve yeşil gözleri olsa gerek. Boy ortalaması Türk erkeğinden uzun olmalı. İncecik bir fizikleri, ince bel ve kalçaları var. Ama yüzleri özellikle çizilmiş gibi. Burunları bizim estetik doktorlarından en çok talep gören kalkık burun. Sadece gözlerini belirginleştirecek bir makyajları var, o da güzelliklerini daha sade bir hale getiriyor. İşin komik tarafı erkeklere göre sayıca çok fazlalar, dışarıda anneleriyle, yada 3-4 kız arkadaşıyla beraber dolaşıyorlar. En son düşüncem biz gerçekten çirkin bir milletmişiz demek oldu.

20131229_232620.jpg

St.Petersburg'la ilgili tespitlerim;

  • Yollar geniş, temiz, trafik düzenli akıyor, şoförler birbirlerine saygılı, çok az korna çalıyor.
  • Soğuğu etkili, ilk gittiğimde İstanbul'a göre 4-5 derece az görünmüştü, kaban giyme ihtiyacı bile hissetmedim ama 2. gün sonunda hastalık emareleri başladı. O yüzden tavsiyem mutlaka bere ve atkı-boyunluk olmalı.
  • Şehir çok düzenli inşa edilmiş. Sanki caddeyi koyup, binaları sonradan serpiştirmişler gibi.
  • Gece kulüpleri ana caddenin hemen arka sokaklarında, girişte yüz ve giysi kontrolü var, hem kadın hem erkek için.
  • Hava soğukluğundan olsa gerek kafe ve restoranlar dopdolu.
  • Çok fazla sushi bar var, anlam veremedim.
  • Kış dönemi güneş 10 gibi doğup, hava 4 gibi kararıyor. İnsana karamsar bir hava veriyor, bu yönünü hiç sevmedim.
  • Benzin 2.-TL civarında.
  • Arabalar bize göre lüks sayılır, ancak Moskova'da daha fazla lüks araç vardı.
  • İngilizce yok, sadece resepsiyon görevlisiyle anlaşabildim.

Posted by mesuttoker 10:44 Archived in Russia Tagged new year st.petersburg rusia Comments (0)

Kaybolan Tarih - Hasankeyf

Batman, Turkiye

large_IMG_4101.JPG

Mardin uzun zamandır görmek istediğim bir yerdi. Yine THY’nin yapmış olduğu bir kampanyadan bilet bulunca bu fırsatı kaçırmak istemedim. Gezimi Kasım ayının sonunda yapacağım için kafamda soru işaretleri vardı ancak Mardinli birkaç tanıdığa danışınca zamanın uygun olduğuna karar verdim. Şuradan yıllık sıcaklık ortalamalarını görebilirsiniz. Yaz ayları en çok turistin ağırlandığı aylar olsa da çok sıcak olduğundan gezmek pek kolay değil. O yüzden sanırım Mardin için en iyi zaman ilk bahar ve sonbahar.

Uçağımız sabah erken bir saatte hareket ettiğinden çok fazla trafik olacağını düşünmedim ve uçuşa bir saat kala hava alanında olacak gibi kendimi ayarladım. Ancak İstanbul bizi her zamanki gibi şaşırtmaya devam ediyor. Hava alanı kavşağına vardığımda uzun bir kuyruk gördüm, içimde uçağa yetişemeyeceğimi söyleyen iç ses ve böğrüme yerleşen bir ağırlık benle yolculuğa başladı. Taksici bu saatlerde iç hatlarda böyle bir yoğunluk olduğunu, 7:30 gibi bir şey kalmadığını söyledi. Bir 15-20 dakikalık gecikmeyle de olsa iç hatlara vardım. Neyse ki güvenlik sıraları fazla uzun değildi, online Check-in'in de avantajını görüp her iki güvenliği de geçerek kapıya gittiğimde içeri alımlar başlamıştı bile. Ucu ucuna da olsa uçağa yetiştim ve içimdeki kötü ses kaybolup gitti.

İki saatlik sorunsuz bir uçuşun ardından Mardin görüş alanımıza girdi. Kahverengi ve sarı tonların hakim olduğu, yer yer yüksek, ufak tefek karlı tepelere sahip dağ sıralarının olduğu bir coğrafyaya gidiyorduk. Sıcaklık rekorunun neden bu şehrine ait olduğu daha uçaktan bile belli oluyordu.

Mardin'in görülecek pek çok yeri olduğunu biliyordum ama yine de hafta sonunun tamamı için de fazla küçüktü. Fazla uzak olmayan, günü birlik görülebilecek yerleri araştırırken de Hasankeyf ve Midyat öne çıkmaya başladı.

Hasankeyf Midyat'tan 35 km kadar uzakta, Batman'a bağlı. Mardin’den direk sefer olmadığından Midyat'tan geçmek zorundasınız. Mardin'de kalacağım otele uğramadan direk Midyat otobüslerini araştırdım. Aslında otobüs demek hata, yakıt tasarruflu minibüsler çıktığından beri küçük yerlerde otobüs görmek güç. Küçük olduklarından rahat bir yolculuk yapılamıyor. Genelde ayakta da yolcu alamadıklarından taburelere oturtuyorlar. Neyse ki yol fazla uzun değil de katlanılıyor.

Fazla beklemeden Midyat minibüsü geliyor. 15-20 dakikada bir kalkıyormuş. Mardin Midyat arası yaklaşık 70 km. Gezinin yapıldığı tarihte ücret 10₺ idi. Yolun yüzeyi arabayı sarssa da yolun iyi olduğunu söylemeliyim. Coğrafi koşulların izin vermemesi yüzünden biraz virajlı olduğundan seyahat bir saatin biraz üzerinde sürüyor. Öğlened doğru Midyat garajına varıyorum. Burada durmadan Hasankeyf'e geçip dönüşte burayı gezmenin daha iyi olacağını düşünüyorum. Mardin'e son araba akşam altıdaymış. Hasankeyf'ten en azından beşte ayrılmanız gerekiyor. Midyat'in neredeyse yarı mesafesinde olmasına rağmen ücret 9₺.

Yarım saatlik yolculuktan sonra Hasankeyf'e varıyorum. Yolculuk boyunca düz araziler yerini yavaş yavaş yükselen dağlara, tepelere bırakıyor. Tek tük ağaç görüyorum. Genelde tarıma uygun olmayan çorak tepeler boyunca ilerliyoruz. Bu bölgede binlerce yıllık yerleşimin olduğunu düşündüğümüzde tarımsal olarak verimli olduğunu söylemek mümkün. Ancak günümüzde hayat belirtisi görmek zor. Hasankeyf'e gelip, fotoğraflardan hatırlayacağınız köprünün ayağında iniyoruz. Benden başka kıyafetlerinden gezgin oldukları anlaşılan bir çift iniyor. Gap turlarının pek rağbet göstermediği bir mevsimde geldiğimden çarşı ve restoranlar bomboş. Bloglarda ve forumlarda okuduğum otobüsten iner inmez etrafımızı saran çocuklar bile yoklar.

IMG_4123.JPG

Burası 3000 kişinin yaşadığı, küçük bir Batman kasabası. Bölgede yapılacak baraj sonrası sular altında kalacağı haberlerinden sonra rağbet görmeye başladı sizlerin de bildiği gibi. 70’li yıllara kadar mağarada yaşayan yerliler yetkililerin yönlendirmesiyle günümüzde yaşadıkları evlere taşınmışlar. Kasabanın da en büyük atraksiyonu bu terkedilmiş evlerin bulunduğu boşaltılmış mağaralar. En sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim. Bence fazla abartılmış, popüler kültür sayesinde kendine yer edinmiş bir yer. Pek çok yerde, adını duymadan yitip giden onca değerimiz var, burası sadece şanslı biraz o kadar.

Köprüden güzel bir Dicle manzarası alabilirsiniz. Nehir boyunca balıkçı lokantaları var. Dışarıya koydukları menülere göre ekonomik olduğunu söyleyebiliriz.

Köprü ayağından çarşı girişi göreceksiniz. 50 metrelik bir yürüyüşten sonra sağ tarafta El-Rızk Camii'ni göreceksiniz, terkedilmiş mağaralar da az ilerisinde.  Küçük rehberlerin peşinize takılacağı yer de burası. Oldukça ısrarlılar. Bazı kimseler bu kadar yakın takipten sıkılabilir. Bana Furkan diye bir arkadaş takıldı. Muhabbetini sevdiğimden beraber gezmeye izin verdim. Heyecanlı ama tekdüze bir şekilde anlatıyor hikâyeleri ama gelmeden burası hakkında birkaç yazı okuduysanız bilmediğimiz şeyler değil. Ben daha çok çevreyi ve burada yaşayanları anlatmasını istedim. Sağ olsun o da anlattı. tabi arada ufak rehber numaralarıyla beni tanıdığı mekanlara çaktırmadan sokmaya da çalıştı. Bir süre 40-50 yıl önce yöre insanının yaşadığı mağaraları uzaktan seyrederek dolaşmaya çalıştık. Furkan’ın dediğine göre dağdan büyük bir kaya kopmuş, o günden beri yasaklamışlar yaklaşmayı. Yol boyunca akan pis sular, kayaların üstlerinden atılmış envai çöp içerisinde ilerledik. Her hangi bir köyde bile bulunabilecek kayadan mağaraları görmeye çalıştık. Yol üzerine atılmış 3-5 sandalyeyle seyyar olarak kurulmuş çayhanede 2 ₺’ye çayımızı da içerek gezimizi yarım saatte bitirdik. Furkan’a ne kazandığını soruyorum. Yazın 100₺yi buluyor deyip biraz duraksadıktan sonra, biraz daha fazla koparmak istermişçesine bu aralar işler kesat diyor. Şehrin ne zaman sular altında kalacağını soruyorum, yıllardır su altında kalacak haberlerine atıf yaparak. Karşıda tepenin yüksek noktalarına yapılan TOKİ evlerini gösteriyor. Taşınacak yerler hazırmış, herkes istimlak paralarını almış, devam eden sadece birkaç dava varmış. Arada bazı inatçı ailelerin çok yüksek paralar aldığını ballandırarak anlatıyor, bir yıla kalmaz hepimiz taşınırız diyor. 

IMG_4116.JPGIMG_4093.JPG

Nehir kenarına inerken eski köprünün neden onarıldığını soruyorum. Nasıl olsa sular altında kalacak, biz de bilmiyoruz diyor. Hasankeyf maceramı bir saatte bitiriyorum. Burayı pas geçsem de olurmuş diye düşünüyorum. Minibüse doğru ilerlerken el yapımı, çok kaliteli magnetler buldum. Üstelik 3 tanesi 5₺.  Satan arkadaşın adı Abdurrahman, magnet fiyatları bir tek onun dükkanında kağıtlar üzerinde yazıyor.  Çin yapımı dandik şeylerdense, taş üzerine kazınmış bu magnetleri alın bence. Ayrıca dükkanında çeşit çeşit el yapımı kolye ve tespihler var. Abdurrahman'ın muhabbeti de güzeldi. Bahar aylarında nehir kenarında restoranlarda balık yiyebilirsiniz. Maalesef benim gittiğim dönemde pek çoğu kapalıydı, genellikle kebap çeşitleri vardı. Yemeği Midyat'ta yemeye karar verdim. Midyat'la ilgili yazıya buradan ulaşabilirsiniz.

Posted by mesuttoker 13:11 Archived in Turkey Tagged turkey türkiye batman hasankeyf Comments (0)

(Entries 31 - 35 of 50) « Page .. 2 3 4 5 6 [7] 8 9 10 »