A Travellerspoint blog

Midyat Gezi Notları

Mardin, Turkiye

large_IMG_4133.JPG

Mardin'e gelmişken Hasankeyf'e gitmemek olmaz dedik, Hasankeyf'e gidiyorsanız yolunuz Midyat'a mecburen düşüyor. Ama iyi ki düşmüş diyorum, kısa sürede gezilebilecek, küçük ama bir o kadar güzel bir yer Midyat.

Gezimin ilk ayağını Hasankeyf oluşturmuştu. İlgili yazıya buradan ulaşabilirsiniz. Hasankeyf'ten Midyat'a Batman'dan gelen minibüslerle ulaşım sağlıyoruz.  Mardin tarafından geliyorsanız da bir şekilde Midyat'ta aktarma yapmanız gerekiyor. Minibüsler 14 kişilik, genellikle de bu sayıdan fazla insan oluyor. Şanslıysanız koltuk aralığına atılan taburede seyahat edebilirsiniz.

Midyat'la ilgili ilk tarihi veriler M.Ö. Asurlulara kadar gidiyor. İlçeye adını da Asurcadan gelen "matiate" sözcüğü veriyormuş. Günümüzde bu sözcük değişim göstererek Midyat halini almış. Daha fazla bilgi için buraya alalım.  Hasankeyf'te fazla kalmayıp, öğlen yemeğini Midyat'ta yerim diye düşünmüştüm, iyiki de öyle yapmışım. Garaja gelir gelmez ilk işim bir lokanta aramak oluyor. Esnaf lokantası tarzında bir yere giriyorum. Kocaman parça etlerden yapılmış güveç, et suyunda piştiği belli pilav, yeşillik ve içecekten oluşan bir sipariş veriyorum. Dışarıdan bakıldığında salaş bir yer izlenimi veriyor ama yemeklerin tadı harika. Hepsi 12 ₺ tutuyor. Küçük yerlerin en güzel yanı. Arka bir sokakta gerçekten güzel bir yemeği çok uygun fiyata yiyebiliyoruz. Sahibiyle de biraz konuştuktan sonra, kısa bir sürede nereyi gezebileceğimi soruyorum. Bana kısaca yolu tarif ediyor, teşekkür edip ayrılıyorum.

IMG_4131.JPG

Lokanta sahibinin işaret ettiği yerden ara sokaklara dalıyorum. Çeşitli dizilere mekan olarak hizmet etmiş konaklar bu kentte. İçlerinden en meşhuru "Sıla Konağı", ya da yerel halkın deyimiyle "Konuk Evi", garajdan ara sokaklara girilirse yaklaşık 500 metre kadar uzaklıkta. Yol üzerinde Süryani kiliseleri ve çeşitli konaklar size eşlik edecek. Yine de yolunuzu kaybederseniz sokaklarda oynayan çocuklar size yardım edeceklerdir. Bunlara kim öğretmiş bilmiyorum ama başka yerde pek böyle çocuklara rastlamadım. Peşinize takılıp, top parası lazım, bisküvi alacağız vb. laflarla sizden para istiyorlar. Arada portrelik poz verenleri de gördüm.  Hayırı cevap olarak kabul etseler sorun olmayacak ama istediklerini almadan bırakmıyorlar.

Konak belediye tarafından işletiliyor. Giriş ücreti gezi tarihi olan 2016 kasım itibariyle 1₺ idi. Girişten itibaren toplamda 3 katı var. Dizi kültürüm pek yoktur, ama pek çok diziye ev sahipliği yapmış bir mekanmış. Giriş katının üstünde telkari vb. el sanatı işlerinin yapıldığı ve ürünlerin satıldığı bir atölye mevcut. Diğer katlar fotoğraf çekimi ve manzarayı izlemek için uygun. Bunun dışında pek bir şey yok. Manzarada pek çok dini yapı göze çarpıyor. Plansız yapılaşma Turkiye'nin her köşesinde olduğu gibi burada da karşımıza çıkıyor. Şehrin dört bir köşesinde alakasız bir şekilde yükselen çok katlı yapılar göze çarpıyor. Onların dışında manzara bir süre soluklanmaya ve oturup kendinizi dinlemeye çok müsait. Kalabalık grupların geldiği zamanlarda aynı zevki vermeyeceğine eminim.

yaklaşık yarım saatimi burada geçirdikten sonra, tekrar dar sokaklara dalıyorum. Bu sokaklarda dolaşmak bile başlı başına bir zevk. Her sokakta bir kilise görmek mümkün. Evlerin sokak kapıları birbirinden güzel. Üzerinde renkli güzel süslemeler var. İlçenin sokaklarında biraz daha gezdikten sonra garaja ilerliyorum. Son Mardin minibüsü akşam 6’da. Kaçırırsam burada kalmak zorunda kalacağım. 

Sabah minibüsünün aksine dönüşte boş gidiyoruz. Beraber seyahat ettiğim teyzelerin muhabbetine kulak kabartıyorum, biri türkçe derdini anlatırken, diğeri arapça cevap veriyor. Dedikoduya tam vakıf olamasam da yolda can sıkıntımı biraz olsun geçiriyor. :)

Akşam 7 gibi Mardin’e varıyorum. Minibüsler direk Yenişehir'e gidiyor. Orada inip Cumhuriyet Caddesinden geçen minibüslere aktarma yapmak zorundayım. 10 dakikalık bir yolculuktan sonra kalacağım Zinciriye Hotel’e varıyorum. Zinciriye Medresesine bitişik, tarihi bir hanın içerisinde. Kasım ayı olmasının avantajıyla otel boş, uygun bir fiyata güzel bir oda buluyorum. Odama yerleşip ana caddeyi biraz gezmek için dışarı çıkıyorum.

Posted by mesuttoker 13:09 Archived in Turkey Tagged türkiye mardin Comments (0)

Binlerce Yıl Önceye Yolculuk - Mardin

Mardin, Turkiye

large_IMG_4168.JPG

Mardin uzun süredir gitmek istediğim bir şehirdi. Farklı din ve kültürlerin birleşme noktası olarak bilinen Mardin, uygun iklimi, tarihi yapıları ve misafirperver insanlarıyla yerli ve yabancı pek çok gezginin görmek istediği yerlerden.  Ne zaman uçak fiyatlarını görsem yüksek fiyatlarla karşılardım. Zaman zaman yapılan kampanyalarda da hafta sonu yer bulamazdım. Uzun bir aradan sonra Kasım ayının sonuna uygun fiyatlı bilet bulmayı başardım.

Kasım ayının son hafta sonu bir cumartesi sabahı İstanbul'daki soğuk havayı bırakarak Mardin'e doğru yola koyuldum. İki saatlik sorunsuz bir uçuşun ardından Mardin görüş alanımıza girdi. Kahverengi ve sarı tonların hakim olduğu, yer yer yüksek, ufak tefek karlı tepelere sahip dağ sıralarının olduğu bir coğrafyaya gidiyorduk. Sıcaklık rekorunun neden bu şehrine ait olduğu daha uçaktan bile belli oluyordu.

Mardin’in görülecek pek çok yeri olduğunu biliyordum ama yine de hafta sonunun tamamı için de fazla küçüktü. Fazla uzak olmayan, günü birlik görülebilecek yerleri araştırırken de Hasankeyf ve Midyat öne çıkmaya başladı. Mardin yazısını okumaya geçmeden önce Hasankeyf ile ilgili yazıyı buradan, Midyat ile ilgili yazıları buradan okuyabilirsiniz.

Günü birlik Midyat gezisinden sonra akşam 7 gibi Mardin’e varıyorum. Midyat'tan gelen minibüsler eski Mardin'e girmeden Yenişehir'e devam ediyorlar. Girişine inip, yolun karşısından Cumhuriyet Caddesi'nden geçen minibüslere aktarma yapmak zorundayız. 10 dakikalık bir yolculuktan sonra kalacağım Zinciriye Hotel’e varıyorum. Zinciriye Medresesi ya da diğer adıyla İsa Sultan Medresesi'ne bitişik, tarihi bir hanın içerisinde. Kasım ayı olmasının avantajıyla otel boş, uygun bir fiyata güzel bir oda buluyorum. Odama yerleşip ana caddeyi biraz gezme için dışarı çıkıyorum. Dükkanların neredeyse tamamı kapanmış. Esnaftan açık olanlardan birine soruyorum, müşteri yok ki neden açsınlar diyor haklı olarak. Oturup bir kahve içeceğim kafe bile bulamıyorum. Restoranlar ve türkü barlara benzer, genelde yer altında yada arka sokakta nargile kafeler var. İçerideki dumanlı ortamı pek sevmediğimden maalesef erkenden otele dönmek zorunda kalıyorum. En azından notlarımı alıp, uyuyarak erkenden kalkıp tekrar sokaklara dalabilirim diye kendimi avutuyorum.

Ertesi gün erkenden kalkıp kahvaltımı yapıyorum. Uçağım akşam yedide. Şehri tamamen keşfetmek için bir tam günüm var. İlk yaptığım iş hemen otelin üzerindeki Zinciriye Medresesini ziyaret etmek. Kapıda bekleyen birkaç kişiden pazar günleri 11:30'da açıldığını öğreniyorum. Açılmasına iki saate yakın bir süre var. Tripadvisor'dan kontrol ettiğimde Mardin Müzesi'nin fazla uzak olmadığını ve açıldığını görüyorum. Ana caddeden gitmektense dar sokakları takip ederek bulmaya çalışıyorum.

Mardin sokakları oldukça dar. Cumhuriyet Caddesi dışında bu yollara arabayla girmek pek kolay değil. Çoğu yerde ancak iki kişi yan yana geçilebiliyor. Her ne kadar Belediye yerlere beton atmış, taş döşemişse de yine de kendinizi yüzyıllar öncesinde hissediyorsunuz. Uzun olmayan bir yürüyüşten sonra Mardin müzesine varıyorum. Müze Cumhuriyet Meydanında, Atatürk heykelinin hemen sol üzerinde. Oldukça güzel, eski bir yapı içerisinde yer alıyor. İlk kez 1895 yılında Süryani Patrikhanesi olarak hizmet vermeye başlayan bina 1995 yılında bugün ki amacı için kullanılmaya başlanmış.

IMG_4264.JPG

Müze girişi ücretsiz, çalışanlar girişten itibaren size yardımcı oluyor. Klasik müzelerden farklı olarak genel bir girişten sonra devir devir gitmektense farklı konularda odalar hazırlanmış. Mardin'in din, ticaret hayatı, sosyal hayat vb. şeklinde. Bu şekilde daha derli toplu olmuş. Müze galerine ait detaylı kroki buradan bulunabilir. Bir de ilk defa bu kadar açıklamaları doyurucu müze görüyorum. Sergilenen eserlerin ne olduğunu, ne işe yaradığını, tarihini, nerede bulunduğunu çok detaylı bir şekilde okuyabiliyoruz. Tek eleştirim hangi yönü takip etmemiz gerektiği daha net belirtilebilirdi.

Müzenin hemen yanında, güzel dış süslemeleriyle bir kilise göze çarpıyor, Meryem Ana Kilisesi. Yapım yılı 1865'miş. Maalesef Mardin'deki pek çok kilise gibi kapalıydı, ziyaret edemedim.

Kiliselerden bahsetmişken Mardin'de görülmesi gereken bir kaç kiliseden bahsetmeliyiz.

Mor Mihayel Kilisesi ve Burç Manastırı :

185 yılında inşa edilmiştir. Daha eski dönemlere ait bölümler mevcuttur. Yeniyol Caddesi’nin alt tarafındadır.

Mor Yusuf Kilisesi (Surp Hovsep):

Bir Meclis-i Mebusan üyesi öncülüğünde 1894 yılında ibadete açılmıştır. İçinde 21 sütun bulunan kilisenin koro balkonu olup, çok sayıda değerli ikonası vardır.

Deyrülzeferan Manastırı :

Mardin ilinin 3 km. doğusunda bulunmaktadır. Yukarı Mezopotamya’nın tarihi yapıtlarından ve en tanınmış olanlarından biridir. Süryani Kadim cemaatinin dini merkezidir. Manastır, 4. yüzyılda kurulmuştur. O dönemden kalma mozaikler bugün de görülebilmektedir. Çeşitli devirlere ait üç ibadethane mevcuttur. Canlı bir tarih görünümünde olan manastırın en büyük özelliklerinden biri de içinde 52 Süryani Patriğinin mezarlarının bulunmasıdır.

İzozoel Kilisesi:

Midyat’ın Altıntaş (Keferze) köyünde bulunan bu kilise, köyün kuzeyindeki en yüksek noktaya yerleşmiştir. Kilisenin görkemli konumunu vurgulayan çan kulesi Midyat’taki taş işçiliği ve işlemeciliğinin en güzel örneklerinden birisidir.

Bir inanışa göre, bu kilise Mor Gabriel Manastırının mimarı Şufnayn’ın oğulları mimar Theodosius ve Theodore tarafından 6. yüzyıl başlarında inşa edilmiştir. Ancak bu kilisenin Turabdin’in parlak dönemlerini yaşadığı 8.yüzyılda yapıldığı da iddia edilmektedir.

Müzede yaklaşık iki saat bir zaman geçirdikten sonra sabah Ziyaret edemediğim Zinciriye Medrese'sine dönüyorum.  Kalenin hemen altında, iki geniş kubbesiyle tanıyabileceğiniz bu yapı 1385 yılında Timur'a karşı da savaşmış olan Melik Necmettin İsa tarafından yaptırılmış. Daha sonra Timur tarafından buraya hapsedildiğinden Sultan İsa medresesi olarak da biliniyor. İçerisinde bir cami, türbe ve akan suyu ortadaki havuzda bulunan bir çeşme bulunmaktadır. Yine rivayete göre duvardan akan çeşme doğumu, oradan havuza kadar olan akıntı hayatı, suyun akıp biriktiği havuzda sonsuzluğu simgelermiş. En iyi Mardin manzaralarından birine sahip yapı "Zinciriye" adını bir rivayete göre kubbeleri arasında çekili bir zincirden almış.

Medresenin üzerinde kaleyi göreceksiniz. Ancak ilginç bir şekilde bu kale askeriyenin denetiminde. Üzerinde radar benzeri yapılar göze çarpıyor, çıkması neredeyse imkansız dik duvarlarının altında da dikenli teller mevcut. Bence böyle tarihi bir şehre hiç yakışmayan bir görüntü. En yakın sürede boşaltılarak burası da turizme kazandırılır diye umuyorum.

IMG_4371.JPGIMG_4178.JPGIMG_4255.JPGIMG_4200.JPG

En iyi manzaralardan birini alabileceğiniz, kalenin hemen altında bulunan mezarlığa da bu askeriyenin çevirdiği telleri takip ederek ulaşabilirsiniz. Oldukça yüksek bir noktada bulunan mezarlıktan hem eski şehir, hem de yeni şehrin manzarasını almak mümkün. Maalesef her yerde karşılaştığımız Türkiye gerçeği çöpler burada, mezarlıkta da karşımıza çıkıyor. Neden böyleyiz hep merak ediyorum. Hadi yaşayanlara saygımız yok, bari mezarları tutabilseydik. Türkü, Kürdü, Arabı farketmiyor, dinimizin emirlerine rağmen çevremizi temiz tutmuyoruz.

Bu yüksek nokta, kendinizi dinlemek için ideal bir yer. Şehrin sesleri buraya zar zor ulaşıyor. Arada çocuk sesleri, makine seslerine karışıyor. Ancak mezarlıktan Mardin ovasını izlemek, kendimizi izlemek ve dinlemek için de bir imkan veriyor. Buradan geçmiş nice uygarlığı, kavgaları, savaşları, medeniyetleri, dinleri düşünmeden ve kendimi sorgulamadan yapamıyorum. Kendi kendime farklı bir çağda burada yaşamak güzel olurdu diye düşünüyorum.

Ağır bir kahvaltıdan sonra bir şey yiyememiştim. Dönüşte kendime güzel bir ziyafet çekiyorum. Mardin'de son saatlerim, hava alalına dönmek için tekrar Yenişehir'e gidiyorum. Oradan Kızıltepe minibüsleriyle tekrar hava alalına ulaşıyorum. Güzel anılarla ayrıldığım şehir, tekrar gelmek isteyeceğim ender şehirlerden biri oluyor..

Posted by mesuttoker 13:04 Archived in Turkey Tagged türkiye mardin Comments (0)

Lübnan - Jounieh (Harissa-Jeita Grotto)

Lübnan

IMG_3221.JPG

Lübnan'da son durağım Jounieh kenti oluyor. Daha önceki Beyrut yazısına buradan ulaşabilirsiniz.

Beyrut'a yakın görülmesi gereken önemli üç noktayı birleştiren bir sayfiye kenti Jounieh. Bu üç önemli nokta Harrisa, Biblos ve Jeita.  Her üç noktayı da karşılayan turun 2016 itibariyle fiyatı 75 dolardı. Bu kadar para harcamak istemiyorsanız toplu taşımayı kullanarak da kendi başınıza gezebilirsiniz. Birbirine oldukça yakın bu üç yer Beyrut'a yaklaşık 20 km uzaklıkta bulunan Jounieh kentinde.

Aslında her üç noktayı kapsayan yemekli bir günlük tura yazılmış ancak parasını vermemiştim. Sabah trafik yüzünden buluşma noktasına geç kalınca da, kendi başıma gitmek zorunda kaldım. İyi de olmuş, paramın büyük kısmını kurtarmış oldum. Buraları kendi imkanlarımızla nasıl gezeceğimizi anlatmadan önce ne olduklarına kısaca değinelim.

Harissa:

Jounieh şehrinin tepelerinde bulunan yüksek bir Meryem Ana heykeli ve çevresindeki yerleşim yerlerinden oluşuyor. Tepeye beş dakikalık bir teleferik yolculuğu ile ulaşılıyor. Farklı isimleri de var. Our Lady of Lebenon, Seyyidat Lubnan gibi.

Jeita Grotto;

Jounieh'a 10 km uzaklıkta bulunan, dünyanın en büyük sarkıtlarından birine sahip yer altı mağaraları. Grotto mağara demekmiş zaten. İçeride foto çekmek yasak, fikir vermesi açısından şuradan bir kaç fotoğrafa ulaşılabilir.

Byblos;

İncil'e adının verildiği, yazıyı ilk icat eden Fenikelilerin hüküm sürdüğü sahil kasabası.

Beyrut’tan Jounieh'ye ulaşmamız için öncelikle şehirdeki üç önemli minibüs duraklarından birinin bulunduğu Charles Helou Caddesine inmemiz gerekiyor. Durakların tam olarak yerini bulamasanız bile sahilin bir üstündeki ana caddeyi bulmanız yeterli. Minibüslerde Latin harfleriyle gidilen rota yazmasa da camdan sarkıp Trablus diye bağıran amcaları gördüğünüzde doğru aracı buldunuz demektir. "Harissa" diye teyit etmeniz yeterli. Bu arada Libya’daki Trablus'la bir bağlantısı yok. Atalarımız da kafamız karışmasın diye Lübnan'dakine Trablus'şam diğerine Trablus'garp demişler. :)

Bu yolculuk için 2016 itibariyle yaklaşık 2500 LL yani 6₺ bir ücret ödedim. Ben doğru otobüsü bulabilmek için yolda bekleyen bir arkadaşa sordum. Ben İngilizce soruyorum, o arapça anlatıyor ama en son işaret diliyle beni takip et diye bir şeyler yaptı, ben de onu takip ettim. Minibüse bindik, paramı alıp üstünü uzatıyor. Şoföre beni gösterip, ısrarla "Harissa" diye hatırlatıyor. Anlaşamasak da iyi niyetinden şüphem yok. Arada bir kez daha dönüp “How are you, today? diyor. Gönül dilinin dışında birbirimizi anladığımız nadir cümlelerden. Vardığımızda arkama dokunarak görevini tamamlamış bir şekilde beni yolcu ediyor. :) O anda ikimiz de akşama karşılaşacağımızı bilmiyoruz. En azından ben bilmiyordum. 1,5 milyonluk Beyrut'ta akşam markette bir şeyler alırken arkamdan birinin dokunarak bir şeyler anlatmaya çalıştığını görüyorum. Şaşkınlığımı attıktan sonra "Harrisa nasıldı?" dediğini tahmin ettiğim bir şeyler söylüyor. Ne kadarını anladığından emin olmadan günümün nasil geçtiğini anlatıyorum. Vedalaşıp tekrar ayrılıyoruz.

Jounieh'a vardığımda yoldan çevirdiğim bir kaç kişiye, elimdeki broşürden teleferiğin resmini gösterip nasıl gidebileceğimi soruyorum. Aslında telleri görüyorum ancak çalıştığına ve nereye kadar uzandığına dair herhangi bir hareket yok. El işaretleri ile tarif edilen yöne ilerliyorum. Broşürde sabah 9’dan akşam 5’e kadar teleferiğin çalıştığı yazıyor. Ancak sanırım hafta içi olmasının da etkisiyle bilet satışı 11’de ancak başlıyor. Benim dışımda yabancı yok. Oldukça eski ve küçük vagonları olan teleferikle beş dakikalık bir yolculukla tepeye ulaşıyoruz. Teleferikteki ortam biraz korkutucu, ama bir süre sonra alışıyorsunuz.

IMG_3162.JPG

Yukarıya beraber çıktığımız gençten 50 yıldır teleferiğin burada olduğunu öğreniyorum. Yukarıya çıktığımızda şehirdeki tozlu ve sıcak havaya nazaran burada çok daha temiz ve serin bir havayla karşılaşıyorum. Bu kadar yüksekte olmasına, ulaşımın zor olmasına rağmen Lübnanlıların burayı neden mesken tuttuklarını anlamak zor değil.

Şehrin pek çok yerinden görünebilen, etrafındaki basamaklarda heykelin başına kadar çıkabileceğiniz büyükçe bir anıt burası. Şehrin dört bir yanını görmeniz mümkün. İbadet için gelenlerin yanında bir kaç yamaç paraşütçüsünün de atlayış yaptığını görüyorum. Yukarıda ayrıca etrafı çiçeklerle döşeli küçük bir yürüyüş yolu ve çocuk oyun alanları ile yemek yiyip dinlenebileceğiniz kafeleri mevcut. Kendi aralarında İngilizce konuşan ancak görünüşlerinden Arap oldukları belli iki çiftle biraz konuşuyorum. New Jersey'de yaşıyorlarmış, savaş zamanında oraya göçmüşler. Nereli olduğum konusu açılınca birkaç gün önce İstanbul ve Bursa’yı ziyaret ettiklerinden, yeşillikleri çok beğendiklerinden bahsediyorlar. İstanbul'daki turist azlığı onların da dikkatini çekmiş. Beş yıldır düzenli olarak THY ile geliyorlarmış. 1000 dolardan aşağı bulamazlarken ilk kez bu yıl 600 dolara bilet aldık diyor. ama yine de İstanbul'un çok güzel bir şehir olduğunu, işlerin yakında yola gireceğine emin olduğunu söylüyor.

Tepede Lübnan bayrağına da işlenen buraya özgü ağaçları görüyorum. Kendilerine has belirgin bir şekilleri var.

IMG_3237.JPG

Kısa bir sure dinlendikten sonra aşağıya iniyorum. Buradan 2. Durağım olan Jeita Grotto fazla uzak değil, yaklaşık 10 km. Mağaraların bulunduğu yer fazla uzak olmasa da yürüyerek gidilecek gibi değil. Taksicilerin bu mesafe için 10 dolar gibi bir fiyata anlaştıklarını internetten okumuştum. 20 dolardan pazarlığa başlıyorlar ve mağaraların bulunduğu yerin kanyon olmasından tutunda, dönüşte taksi olmayacağına varıncaya kadar bir sürü klasik taksici hikayesi anlatıyorlar. Merak etmeyin sürekli taksi var. Ama her zaman pazarlık yapılmalı.

Mağaraya giriş ücretli. Yaklaşık 18000 LL, 35₺ civarı, belki de Lübnan'daki en pahalı atraksiyon ama bence her kuruşuna değer. Biletlerinizi aldıktan sonra kısa bir teleferik yolculuğu sonrası üst mağaradan geziye başlıyorsunuz. Tek kötü tarafı telefon ve kameralar girişte bırakılmak zorunda. Bir şekilde içeriye soksanız bile belli noktalarda görevliler var, fotoğraf çekmenize izin vereceklerini sanmam. Belki de yasak olmasının sebebi düşük ışık. Flaşsız çekim yapmak zor. Mağara şimdiye kadar gördüğüm en büyük sarkıt ve dikitlere sahip ve galerileri en yüksek mağara oldu. Neredeyse tamamen kuru, sadece üst kısımlara doğru yerler biraz ıslanmaya başlıyor. Mağarayı ekim ayında ziyaret edişimin de bunda katkısı var sanırım. Milyonlarca yıl öncesine ait oluşumlarla birlikte olmak, halen oluşum sürecinin devam ettiğini bilmek harika bir duygu.İlk giriş koridorundan sonra bir masal diyarına girmiş gibi hissetmeye başlıyorum. İlerledikçe masalın kahramanları büyüyor ve güzelleşiyor. Son kısma doğru devasa bir boşlukta sesler yankılanmaz oluyor. Keyfin zirve yaptığı noktada burası. Kendi kendime kalıp düşünmeye, kendimi, dünyaıı sorgulamayı başladığım anlardan birine dalıyorum yine. Üst mağara yaklaşık 30 dakika kadar sürüyor.

Çıkışta sağda bulunan vagonlu araçla birlikte bir alt mağaraya geçiyorsunuz. Burası içerisinde nehrin aktığı, ufak kanolarla gezilen bir alan. Su buz gibi, içerideki çok az aydınlatmaya rağmen suyun dibini görebilmeniz mümkün. Aydınlatmayla birlikte harika bir manzara sunuyor. Üst mağarayı renklerle tarif etmem gerekse gri ve beyazı seçerdim. Alt kat içinse mavi ve beyaz daha uygun gibi. Maalesef burası beş dakika kadar sürüyor. Üst mağara hakkında daha iyi yorumlar okumuştum ama bence her ikisi de ayrı güzel.

Çıkışta taksicilerle anlaşıp Beyrut'a dönmek istiyorsanız “highway” demeniz yeterli. Byblos’u da görmek isterseniz sizi Byblos'u giden minibüslerin geçtiği yere kadar getiriyorlar. Buradan sahil bir dolar. Otoyala çıktığımızda da genellikle bekleyen bir minibüs oluyor. Şehir içine kadar gitmese de son duraktan taksi yada yeni bir minibüse binerek son durağınıza varmanız mümkün.

Byblos, küçük bir sahil kasabası. Unesco dünya mirası listesinde. Havanın kararması ve biraz da yorgun hissetmem sebebiyle gitmekten vazgeçtim. O yüzden detaylı bilgi veremeyeceğim.

Beyrut'a döndükten sonra yine merkeze yakın yerlerde biraz dolaştıktan sonra yemeğimi yiyip, erkenden hostele dönüyorum. Beş günlük gezimin en güzel ayağı burasıydı sanırım, oldukça keyif aldım.

Posted by mesuttoker 12:59 Archived in Lebanon Tagged grotto harissa jounieh jeita Comments (0)

Küçük Ortadoğu - Beyrut

Lübnan

IMG_3277.JPG

Lübnan vizesiz seyahat edilebiliyor olması, ayrıca Türkiye'de havaların soğuduğu Ekim ayının sonunda gidilebilecek sıcak bir konumda bulunması nedeniyle yakın ve ekonomik bir seçenek.

Lübnan Türkiye'ye yakın bir konumda uçakla yaklaşık 2 saatlik bir uçuş yeterli oluyor. Türk Hava Yolları'nın gün içerisinde birden fazla uçuşu var. Ayrıca Beyrut'a Middle East Airlines ile de uygun fiyata uçma şansınız var.

Lübnan'ın tarihine biraz değinmek gerekirse, geçmişi Binlerce yıl öncesine dayanıyor. İlk yerleşimlerin bu topraklara 5000 yıl önce geldiği düşünülüyor. Romalılar, Memlükler, Selçuklular, Osmanlılar bu topraklarda iz bırakmış medeniyetlerden sadece bir kaçı. Bu medeniyetlerin bıraktığı izleri şehirlerinde, insanlarında, yemeklerinde, dinlerinde ve geleneklerinde görmek mümkün. Ülkede yaklaşık 2 milyon kişi yaşıyor, nüfusun yarısından biraz fazlası Müslüman. Müslümanların büyük bir kısmını Şafiiler, bir kısmını da Sünni ler oluşturuyor. Bunların dışında toplumun  kalanınıda Hristiyanlar, Dürziler ve diğer azınlıklar oluşturuyor.

Osmanlı'dan kopuşunun ardından Fransız mandasına giren ülke, İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna doğru 1943'de özgürlüğünü kazanıyor. Ancak bu özgürlük ona güzel günleri değil kanı, savaşı ve göz yaşını getiriyor. Sırasıyla önce İsrail savaşı, ardından 1975'lerden başlayıp 90'ların ortasına kadar süren iç savaş, daha sonra da 2000 yılların başında olan iç çekişmeler sonucu ülke bir türlü huzuru bulamıyor.

Öğlen saatlerinde İstanbul'dan ayrılan uçağımız iki saat sonra Beyrut'un 8 kilometre uzağında bulunan Refik Hariri Uluslararası Havalimanına varıyor. Uçaktan indikten sonra pasaport kontrol noktasına ulaşmak sadece 100-150 metre kadar sürüyor. Pasaport kontrol noktasından 50 metre ilerde solda bagajlarin alındığı bantları görebilirsiniz. Hava limanı oldukça küçük ve bir döviz bürosu aramakla vakit kaybetmemenizi öneriyorum. Beyrut'ta Lübnan lirasının yanı sıra Amerikan doları da yaygın olarak kullanılıyor. Ödemelerinizi Amerikan doları olarak yapıp para üstünüzü Lübnan Lirası olarak alabilirsiniz. Serbest kur sisteminin bulunmadığı ülkede bir amerikan doları 1500 Lübnan lirasına eşit. Şehir içi alışverişlerinizde kredi kartı kullanmak isterseniz kasiyerin size dolar mı yoksa Lübnan lirası mı demesine şaşırmayın. İsterseniz Lübnan lirası, isterseniz de dolar olarak kredi kartınıza yansıtılabiliyorlar. Ancak kedi kartı ile yapılacak ödemeler için Türk bankaları önce Amerikan dolarına, sonra da Amerikan dolarını Türk lirasına çevirerek yansıtacaklarından kur farkı oluşması muhtemel. Bu yüzden kredi kartı ile yapılacak alışverişlere dolar üzerinden yapılmasını tavsiye ediyorum.

Bagaj alım noktasına hemen karşısında çıkışları göreceksiniz, taksilerin beklediği alanın üstünde de açık otopark bulunmakta. Hava limanından Beyrut'un şehir merkezine ulaşmak için çok fazla seçeneğiniz yok. Ne bir toplu taşıma ne de bir otobüs hattı mevcut. Taksiler 25 dolar gibi sabit bir fiyat istiyorlar. Eğer Beyrut'a gelmeden önce sizi hava limanından karşılayabilecek bir taksi şirketi veya bir turizm acentesinden rezervasyon yaptırırsanız 18 20 dolar arasında bir ücret karşılığı hava limanından alınmanızı sağlayabilirsiniz.  Bunların dışında biraz daha zahmetli ve ucuz bir yöntem daha var. O da hava limanının çıkışından bir kilometre kadar yürüyerek tabelası bulunan bir taksiyi çevirmek. Bunların dışında uber uygulamasını kullanarak da sabit bir fiyata hava limanından şehir merkezine ulaşmak mümkün ancak bu araçlar da sizi hava limanından aldıklarında 18 dolar gibi sabit bir ücret istiyorlar. Beyrut'tan hava limanı için ise aynı yöne 15 USD'ye gelebilirsiniz.  Yurt dışında Uber kullanımı ile ilgili yazımıza buradan ulaşabilirsiniz.

Ben Uberden çağırdığım bir aracı kullanarak hostelime ulaştım. Özellikle az gelişmiş ülkelerde taksicilerin çeşitli yöntemlerle sizden fazladan ücret aldığı hepimizin bildiği bir gerçek. Uber kullanarak en azından bu tarz dolandırıcılıklara yakalanma ihtimalimiz azalıyor.

Beyrut trafiği İstanbul'u aratmayacak cinsten. Dikkatsizce araba kullanan şoförler sürekli çalan kornalar, sağdan-soldan dikkatsizce geçen motosikletler, daracık sokaklar, trafik lambalarının eksikliği, Beirut trafiğini içinden çıkılmaz bir hale sokuyor. Ayrıca çıkmaz sokakları, düzensiz yapılaşması ve benzeri sebeplerle yürürken bile yolunuzu kaybetmeniz mümkün. Bu yüzden sokaklarında en çok zorlandığım ülkelerden biri oldu.

Yurt dışı internet paketi de bu ülke için yetersiz. Bu kadar yakın olmasına rağmen MB başı para ödemek zorunda kaldım. Lübnan'da içerisinde 1 GB internet olan bir hat satın almak istediğinizde bile 50 doları gözden çıkarmanız gerekiyor. Şehir her yönden pahalı. Fikir vermesi açısından Starbucks'ta bir makiyato yaklaşık 18 TL. Sokak arasında satılan pizza, sandviç yemiyor iseniz, eli yüzü düzgün bir lokantada 15-20 dolardan aşağıya doymanız mümkün değil. Kişi başı günlük turlar 80 dolardan başlıyor, bir taksiyi günlük kiralamak isterseniz 100 dolardan aşağı yok. Oteller, pansiyonlar 25 dolardan başlarken, sahil kenarında sıradan bir otel 150-200 dolardan başlıyor. Sırt çantalı bir gezgin için konaklaması, gezmesi en pahalı şehirlerden biri.

IMG_3030.JPGIMG_3041.JPGIMG_3011.JPG

Hostelime geçtikten sonra fazla geç vakte kalmadan dinlenip, yarın için zinde olmak istiyorum. Hostelimi internetten ayarladığımda Meryem diye bir arkadaşla yazışmıştık. Hostelde de beni o karşılıyor, merhaba diye söze girip türkçe devam ediyor. İstanbulda birkaç yıl çalışmış, bundan sonraki konuşmalarımızı türkçe yapıyoruz. Hostelin geceliği 20 USD, şehir merkezine de yaklaşık 5 km uzaklıkta. İlk gün yürüyerek ulaşmayı denedikten sonra, havanın sıcaklığı ve yolların yürümeye pek müsait olması beni bundan vazgeçiriyor. Uber kullanmaya devam ediyorum. Belki de Beyrut'ta tek ekonomik şey. Merkeze 4-5 USD'ye ulaşabiliyorum.

Ertesi gün tüm zamanımı Beyrut'a ayırıyorum. Kahvaltı pek sorun olmuyor. Her koşe başında hamur işi yapan pastane ve fırına rastlamak mümkün. Ayaküstü yapacağınız bu tarz bir kahvaltı yaklaşık 3-4 dolar tutuyor.K kahvaltının ardından  ilk işim katılmak istediğim  Baalbek ve Byblos tutlari için rezervasyon yapmak. Hotelde kalıyorsanız tur ayarlamak daha kolay. Ancak hostelde kalıyorsanız bunlarla kendiniz uğraşmanız gerekebilir. “Nakhal” adındaki seyahat firmasını gelmeden önce internetten araştırmış ve iletişim bilgilerini almıştım. Yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşten sonra ofislerine ulaştım. Pek profesyonel olmadığını söylemeliyim. Sadece adımı ve telefonunu yazıp hotel dışında servislerinin olmadığını, yarım saat önce ofislerinde hazır olmamı söylediler. Ofisi bulana kadar yaptığım yürüyüş Beyrut hakkında da pek çok bilgi edinmek sağladı. Öncelikle yollar dar ve karışık. Navigasyonda çok verimli olarak kullanılmıyor. Genellikle ana yolları takip etmeme rağmen kaldırım ya yürümeye yer yok ya da araçlar tarafından işgal edildiğinden trafik tarafından yürümek zorunda kalıyorsunuz. İstanbul trafiğini arayacaksın deseler Beyrut’u görene kadar inanmazdım. Çoğu kez çifte park etmiş araçların arasından yürümek zorunda kalıyorsunuz.

Diğer bir konu toplu taşıma. Sadece üzerinde numaraların yazdığı minibüsler gördüm. Onlar da şehir merkezi ve ana caddelerde mevcut. Belediye otobüsü diye bir kavram yok. Taksiler şehrin genel fiyatlarına nazaran uygun sayılır. Yürürken sürekli korna çalan ve taksi diye seslenen şoförleri bir süre sonra duymazdan gelmeye başlıyorsunuz. Ben kısa mesafeleri yürüdüm, 4-5 kmlik yerlere de Uber kullanarak gittim, genellikle 4-6 usd arası ücret ödedim. Uber kullanıyorsanız taksi plakasının doğru olduğundan emin olup, gideceğiniz yerin fiyatını önceden hesaplatarak ona göre  binmeniz de yarar var.

Uberden bahsetmişken, internet sıkıntısından da bahsetmek istiyorum. Ülkemize bu kadar yakın olmasına rağmen pahalılık burada da kendini gösteriyor. En büyük operatör bile buraya uygun paket yapmıyor. Megabayt başına 10 tl ücret istiyor. Bu konuya özellikle dikkat etmenizi öneririm. Konuşma ve SMS paketi ise ayrıca ücrete tabi. Lübnan'in iki Telekom firması var. 500 megabaytlık paket almak için 10 doları gözden çıkarmalısınız. İşin kötü tarafı hava limanında 50 dolarlık yüksek paketin satılması. Şehir içinde ise sim kart satan yerler oldukça sınırlı. Ben genellikle oturduğum ve dinlendiğim mekanların internetini kullandım. Ayrıca Starbucks ve McDonolds gibi restoranlarının farklı şubelerinde de aynı üye adı ve şifreyi kullandıklarını farkettim. Yol üzerinden geçerken bile bu şekilde yararlanmak ve Uberi kullanmak mümkün oldu. Uber için taksiyle buluşuncaya kadar internetinizin olması yeterli. Hatta internet bulunan yerin dışında merkezi bir yere işaret koyarak ve arabanın plakasını bilerek aracı orada bekleyebilirsiniz. Yolculuk bittiğinde ücret internet bağlantınızın olup olmamasından bağımsız olarak kartınızdan çekilebiliyor.

IMG_2952.JPGIMG_2940.JPG

Gün içerisinde gittiğim ilk mekan Peageon Rocks, Guvercin Kayalıkları ya da yerel ismiyle Raouche Rocks. Aslında pek bir esprisi olmayan bir yer ancak sahil kenarında yürüyerek şehir merkezine ulasabileceğim için başlangıç noktası olarak burayı seçtim. Yüksek bir noktada izleyebileceğiniz bir birinden ayrık iki kayanın bulunduğu bir yükselti burası. Etrafının oldukça pis ve tekinsiz olduğunu söylemeliyim.

Bu noktada binaların şehrin kalanından tamamıyla farklılaştığını görecek ve fiyatlarının yüksek olduğunu düşüneceksiniz. Haklısınız da, şehir merkezine doğru oldukça yeni ve lüks binaları görüyoruz. Çok sıkı güvenlikleri bulunuyor. Merkeze doğru bu evlerin alt katlarındaki dükkânlarda dünyaca ünlü markaları görmeye başlıyoruz. Muhtemelen Orta doğunun Paris'i unvanı da buradan geliyor.

Sahil boyunca bir kaç özel tesis, yat limanı ve denize girmenin kolay olmadığı kayalık bir sahil göreceksiniz. Sahili yüzmek için pek müsait olmasa da hava güzel ise bu kayalıkların üzerine uzanıp denize girenler bulunuyor. Sahil hattı İzmir ve Antalya’yı hatırlatsa da, tesis ve imkanlar bakımından yanına bile yaklaşması mümkün değil. Sahil boyunca karşılaşacağınız önemli mekanlardan biri Amerikan üniversitesi olacak. Dışarıdan pek bir özelliği olmamakla birlikte içeri girenlerin kampüsle ilgili güzel yorumlarını internette görmek mümkün. İçeriye girmek için ana girişteki güvenlikten ziyaretçi kartı almanız gerekiyor. İlgimi çekmediğinden ben girmedim.

Beyrut Souks tabelalarını gördüğünüzde şehir merkezine geldiğimizi söyleyebiliriz. Souk anladığım kadarıyla çarşı demek. Aslında bildiğimiz avm ancak benzetmek gerekirse İzmir’deki Forum Avm yada İstanbul'da ki Zorlu Avm’ye benzetebiliriz. Sıradan bina kompleksinden çok yatay olarak uzanan bir birine bağlı dükkanlar olarak düşünebiliriz. İçerisinde oldukça lüks mağazalar, restoranların dışında posta ofisleri ve çeşitli iş yerleri bulmak mümkün. Akşamları Beyrut'luların buraya oldukça fazla rağbet gösterdiklerini söyleyebilirim.

Yine şehrin tam kalbi şehitler anıtı ve tam karşısında Muhammed Al Emin Cami. Aslında burada görülmesi gereken yegane yer burası bence. Geceleri ışıklandırması çok güzel görünüyor. Tam karşısında inşaat mı yoksa tarihi eserlerle ilgili bir kazı mı yapılıyor tam çözemedim bir çalışma var. Meydanın güzelliğini bozuyor.

IMG_3055.JPG

Muhammed Al-Emin Cami'nin hemen arkası meclis ve çeşitli devlet binalarının bulunduğu cadde. Neredeyse tüm girişleri barikatlarla çevrili ve askerlerin kontrol noktaları var. İzin alıp içeriye giriyorum. Saat kulesinde güvercinlere yem veren bir adamla biraz laflıyoruz. Meydanın neden boş olduğunu ondan öğreniyorum. Ülkenin uzun yıllardır iç savaşlarla çekişmelerle dolu olduğunu daha önce söylemiştim. Refik Hariri'nin öldürülmesinden sonra da bombalı saldırılar arada sırada devam ediyormuş. Devlet kurumlarına ve politikacılarına saldırı düzenlenmemesi için araç trafiğine kapatılmış. Hafta içi gezdiğim için de pek fazla insan yok. Fotoğraf çekmek için ideal koşullar.

Ülkenin çok katmanlı yapısı ile beraber, Fransızların buradan ayrılırken bıraktığı çarpık politik sistem halen sorunlara yol açıyor. İnsanlarla konuşurken bu konudaki serzenişlerini görebiliyorsunuz. Çarpıklıkla ilgili güzel bir örnek vermem gerekirse, ülkede Cumhurbaşkanı, nüfus oranı olarak 2.sırada olan Maruni Hristiyanlardan, Başbakan sayıca üstün olan Müslümanların Sünni mezhebinden, Meclis Başkanı da Şii mezhebinden olmak zorunda. Ülke politikası hakkında daha fazla bilgi için şu makale okunabilir.

Buralarda akşamı yaptıktan sonra akşam yemeğini yemek için mekan arayışına girdim. Sahil boyu restoranların çok pahalı olduklarından bahsetmiştim. Bütçeniz benim gibi kısıtlı ise, yine de kaliteli yerel restoranları bulmak ve yemeklerini tatmak istiyorsanız tripadvisor bu konuda oldukça başarılı. Yakınınızda olan restoranları bulduktan sonra filtreden ekonomik olanları seçerseniz, bütçenize uygun restoranı da bulmuş olursunuz. Yeniden keşfetmeye hiç gerek yok, sizden önce birileri buraları mutlaka denemiştir. Ben de bu program yardımıyla bulduğum “Le Chef” isimli bir lokantaya yöneldim. Meydana 10 dakika yürüme mesafesindeydi. İsmine bakıp aldanmayın, aslında mahalle arası esnaf lokantası gibi bir yer. 4-5 masanın olduğu zorlasanız 25-30 kişinin ancak bir arada yemek yiyebileceği bir yer. Ancak içeride yerli bir kişi bile yok. Sahibi herkesle ayrı ilgileniyor herkesin nereli olduğunu tahmin etmeye çalışıyor ve giderken sizin dilinizde uğurluyor. Üzerinde kıyma olan humus, tavuk ve kırmızı et karışımı ana yemek, yanında kuskus ve yeşillikler, tatlı ve içecek siparişim yaklaşık 15 dolar gibi bir rakam tuttu. Bize göre pahalı olmakla birlikte buranın standardına göre oldukça uygun. Ben genelde böyle yerlere bir kez gelir, diğer zamanlarda mahalle aralarında daha uygun fiyata idare etmeye çalışırım. Ne de olsa uzun bir seyahatte en önemli maliyet kalemlerinden biri özellikle de dikkat edilmezse yemek olabiliyor.

Akşam yemeğinden sonra kaldığım hostele doğru yürümeye çalışıyorum ancak 3 km'lik yol bitmeyecek gibi görünüyor. Ben de yoldan bir taksi çevirip gitmeye karar veriyorum. Bu arada Uber kullanmıyorsanız taksicilerle binmeden önce pazarlık edin, taksimetre kavramı pek yok. Dedikleri fiyatın ¾ ünü kabul ediyorlar genellikle. Yoldan çevirdiğim taksici günün süprizini yapıyor bana ama iyi anlamda. İnternet kullanmadığımdan kaldığım yere yakın Ermeni Kilisesinin ismini veriyorum. 60’larına merdiven dayamış hafif tombul amca da kırık ingilizcesiyle “biliyorum oraları, Ermeniyim ben” diyor. Ben de şaka yollu “o zaman ben sana nereli olduğumu hiç söylemeyeyim diyorum. Kafasını bana doğru kaldırıp yüzüme bakarak konuşmaya başlıyor. Bu kez Türkçe kelimelerle” Türk müsün?’ diyor. Ondan sonra tatlı muhabbetimiz başlıyor. Burada doğmuş büyümüş, anne babasından Türkçeyi öğrenmiş ama inanın benden iyi konuşuyordu. Türkiye'ye hiç gelmemesine rağmen nasıl bu kadar güzel konuşabildiğine hala şaşıyorum. Varacağımız yere çoktan gelmiş olmamıza rağmen arabayı kenara çekip konuşmaya devam ediyoruz. Konuşmanın sonuna doğru iyice açılıyor amcamız ve hafiften küfürler de ağzından çıkmaya başlıyor. Sanki birbirimizi uzunca bir süredir tanıyormuş gibi süren konuşmamız birbirimizin telefonunu almamızla son buluyor. İstanbul'a gelmeyi çok istiyormuş, orada görüşmek için sözleşiyoruz. Ayrılırken bizden beklenen bir hareketle para almak istemiyor, ısrar ediyorum. İşte gezmeyi güzel yanlarından biri, kiminle nerede karşılaşacağınızı hiç bilemiyorsunuz. 

Yarın yerlilerin Saida, yabancıların Sidon dedikleri eski bir sahil kasabasına yolculuğum var, erkenden yatıyorum.

Posted by mesuttoker 12:45 Archived in Lebanon Tagged east middle beirut lebonan Comments (0)

Balkanlar Seyahatim - Belgrad

Sırbistan

Balkanlardaki son durağım Belgrad oluyor. Yazı gezilecek görülecek yerlerden ziyade, tecrübe ve tavsiyelerimi içermektedir.

20160531_104737.jpg

Sırbistan otobüsümüz gece 2’de hareket ediyor. Benim dışımda yaklaşık 10 kişi var. Yolda sınır dışında konaklamıyoruz. Aslında Üsküp-Belgrad arası otobüs bulmak diğer Balkan ülkeleri kadar zor olmadı. Gün içerisinde pek çok otobüs bulabilirsiniz. Ancak ben özellikle gece otobüsünü seçtim. Üsküp-Belgrad arası yaklaşık 400 km. Bu saati seçerek geceyi konaklama yapmadan, zamandan kazanarak geçirebileceğimi düşündüm.

Sınır geçişi şimdiye kadarki en hızlı geçiş oldu. Sanırım 10 dakikada geçtik. Pasaport kontrol memuru biraz da saatin geç olmasının etkisiyle pasaportumuzu doğru düzgün kontrol etmeden mührü basıyor.

Sınırı geçer geçmez uykuya dalıyorum. Tam zamanında, sabah  sekiz şehre varıyoruz. Şehrin girişinde sabah trafiği bizi karşılıyor. Balkan ülkelerindeki en kalabalık başkent olmalı diye düşünüyorum. Herkes duraklarda, bir yerlere yetişmeye çalışıyor. Belediye otobüsleri Türkiye’de görmeye alışık olduğumuz şekilde dolu. Seçtiğim otel garaja bir km uzaklıkta, şehrin kalbinin attığı Cumhuriyet caddesi ve Prens Mihalova heykeline 200 metre uzaklıkta. Hostelden biraz pahalı ama tatilimin son günlerini biraz kafa dinleyerek geçirmek istiyorum.

Çantamı hotele bırakıp çıkıyorum. Otobüs yolculuğu tam olarak dinlenmenizi sağlamıyor. Otelde kalırsam uyuyabilirim. Tripadvisor’dan bir saat sonra ücretsiz bir şehir turu olduğunu öğrenip katılmaya karar veriyorum.

20160531_124656.jpg

Bu ücretsiz turlar şehri tanımanın en kolay ve ucuz yolu. Katılım ücretsiz, turun sonunda bahşiş veriyorsunuz. Ne kadar olduğu size kalmış. Bu tur, Belgrad’lıların buluşma noktası olan Cumhuriyet meydanındaki Prens Mihailova’nın at üzerindeki heykelinin hemen arkasından başlıyor. Yaklaşık 2 saat sürüyor. Öğlen gibi, turun bitiminden sonra Sava ve Tuna nehirlerinin birleştiği noktaya dolaşmaya iniyorum. Şehir terkedilmiş gibi. Hafta içi olmasının da etkisiyle sanırım nehir kenarı bomboş. Sadece bisiklet yolunu kullanan yabancılar ve koşmaya gelen Belgrad'lılar var. Sava nehrinin üzerinde araçların, trenlerin kullandığı birkaç köprüyle şehir birleşiyor. Şehrin genellikle görülmeye değer noktaları, başka yerlerde de görmeye alıştığımız gibi old town’da bulunuyor. Belgrad’lıların “Nova Belgrad” dediği yeni şehir ise, Sava nehrinin üzerinde bulunan bu köprülerle Old Town’a bağlanıyor.

20160531_121855.jpg

Belgrad'lılar eski şehirde çalışırken, yeni şehirde yaşıyorlar. Kalemeydan”in surlarının bulunduğu bitim noktasından bisiklet kiralayarak, Sava”nın diğer ucuna, adayla buluştuğu yere kadar dolaşabilirsiniz. Köprünün ayaklarında sadece bisikletlilerin kullanabileceği asansörler var. Bunlarla köprünün üzerine çıkarak diğer bacağından ayni şekilde inerek devam edebilirsiniz. Sanırım toplamda 4-5 kmlik bir parkur diyebiliriz.

Sırbistan ve Belgrad diğer Balkan ülkeleriyle karşılaştırdığında daha modern diyebiliriz. Ancak yine de halen gelişen bir başkent. Şehrin pek çok noktası bakımsız. Şehirdeki ulaşım sistemleri, trenler otobüsler eski. Kominist dönemin izlerini her yerde görmek mümkün. Diğer ülkelere göre daha çok eğitimli ve genel ingilizce biliyor. Balkan yolculuğum süresince doğal olarak en az türkçeyi duyduğum, Türk markalarını gördüğüm şehir burası oldu. Maalesef Osmanlının izleri bilinçli olarak silinmiş. Şehirde Osmanlı’dan kalan kullanımda olan sadece bir cami var. Ancak dillerindeki türkçeyi silememişler. Zaman zaman anlamları değişse de pek çok ortak kelime halen kullanımda. Yine de Türkiye hakkında pek kötü düşünmüyorlar.  Müzikleri bile çok tanıdık geliyor kulağa.

Sırp kadınlarından da bahsetmek istiyorum biraz. Açıkçası beklediğimden güzel buldum kendilerini. Oldukça bakımlılar ve güzel giyinmeyi biliyorlar. Kafelerde, gece kulüplerinde ağırlıkla bayanlardan oluşuyor. İltifatlarınıza gülerek, olumlu tepki veriyorlar. Daha çok koyu tenli, esmer ve renkli gözlüler.

Belgrad'da yollar geniş, genellikle yayalara yol veriliyor ancak yayalar bizde olduğu gibi pek ışıklara dikkat etmiyor, fırsatı bulduklarında yola atlıyorlar kendilerini. Yollar, sokaklar birbirine paralel uzanıyor, yön duygunuzu kaybetmeniz pek kolay değil. Sürekli merkezi bir yere, meydana çıkıyorsunuz. Şehri bu şekilde bile kendi başınıza gezebilirsiniz.

Görülmesi gereken en önemli yerlerinden biri “Kalemeydan” Tur rehberimizde dildeki değişmeden yakınıp, meydan kelimesinin burada farklı anlamda kullanıldığından bahsetti. Aslında ortada meydan falan yok. Kale ve onu çevreleyen surlar var. Kalenin içi bir nevi park. Surlarından şehrin en güzel manzarası görünüyor. Sava ve Tuna’nın birleşim noktası.

Kalemeydan’in içerisinde Tito zamanından kalma sığınak ve bir de Roma kuyusu diyebileceğimiz orijinali “Roman Well” diye bir yer var. Bizim ülkemizdekileri gördüyseniz bunlar size çerez gelecek ama yine de buraya gelmişken gezin bari. :)

Gezilebilecek diğer önemli bir yer Nikola Tesla müzesi. Bilime ilgiliyseniz bir şekilde Tesla’yi biliyorsunuz demektir. Sırpların en ünlü şahsiyeti, pek büyük bir müze değil. Belki 150 metrekare vardır. Meydandan 20 dakika yürüyüş mesafesinde. Giriş 2016 itibariyle 500 dinar, yaklaşık 10 tl.

Belgrad’da yemek sorun değil. Sabahları pek çok fırında taze pişmiş hamur işleri bulabilirsiniz. Zor kısmı helal yemeğe duyarlaysanız, etsiz bir şey bulmanın zorluğu. Burası pek vejetaryenlere göre değil. Sabahları bu fırınların önünde ayak üstü atıştıranları görebilirsiniz. Pek çok avrupa restoranı var sokaklar boyunca. İstediğiniz tarzda restoran bulabilirsiniz. Şehrin göbeğinde, en lüks görünen restoranda standart bir yemek, 2000-2500 dinar civarı, yaklaşık 50-60 tl. Biraz arka sokaklarda bunun yarı fiyatına doymanız mümkün. Bütçem müsait değil, ayaküstü bana yeter derseniz, sandviç, ekmek arası yiyebileceginiz pek çok büfe bulabilirsiniz. Ağız tadımıza da oldukça yakın.

IMG_2594.JPG

10 günlük Balkan gezimin ⅓ bütçesini buraya ayırmıştım ama en az para harcadığım yer Belgrad oldu. Şehrin neredeyse en görülesi yerleri yürüme mesafesinde, 10 euroya 3-4 saatlik özel turlar almak mümkün. Bu saatlik turlar, komünist döneme ait yapılarla, gece hayatını merak eden içkiyi sevenlere yönelik “bar crawl” temalı turlarla, içki tatmayı, yada yemeği sevenlere özgü gurme turlar. Ya da biraz daha üst gelir grubuna yönelik sehir dışı konaklamali 50-100 euro aralığında 1-2 günlük Novi Sad turları var. Tekne turları ortalama 10 euro, aşağı yukarı 1-2 saat sürüyor.

Herhangi bir öğe bulunamadı.

Bu bölgede geçirdiğim 10 günde tanıdık ama çok farklı tatlar aldım. Doğal güzellikleri, yemekleri, insanları ve atalarımızdan bize kalan tarihi güzellikleriyle, Balkanlar her daim hatırımda güzellikleriyle kalacak.

Posted by mesuttoker 12:40 Archived in Serbia Tagged belgrad sırbistan Comments (0)

(Entries 36 - 40 of 112) Previous « Page .. 3 4 5 6 7 [8] 9 10 11 12 13 .. » Next