A Travellerspoint blog

Balkanlar Seyahatim Üsküp

Makedonya

Makedonya'da ilk durağım olan Ohrid'te bir gün geçirdikten sonra, bir sonraki durağım Üsküp.

20160529_214548.jpg

Ohrid-Bitola arasıyle kıyasladığımızda Bitola- Üsküp arası biraz daha düz. Dağlar tepeler biraz daha fazla uzaklaşıyor. Tarlalar daha geniş alanları kaplamaya başlıyor. Ancak yeşillikler, gökyüzü, akarsular aynı kalmaya devam ediyor. üç saatlik yolculuğun ardından Üsküp’e varıyoruz. Akşam üzeri şehre ulaştığım gibi hostelimi bulup dinlenmeye çalışıyorum. Yarın Üsküp gezimin ardından Belgrad'a doğru yola koyulacağım.

Üsküp’te ilk günümde ne yapacağıma karar vermeden sabah erkenden kalktım. Üsküp pek turistik bir yer olmadığından şehrin dışında fazla gezecek bir yer yok maalesef. Şehrin dışındaki en ünlü yeri Matka Kanyonu. Aksam saatlerine kadar belediye otobüsü olduğunu bildiğimden ilk olarak şehri tanımaya karar verdim. Yakınımda nereleri var diye bakarken, Tiran’da olduğu gibi burada da ücretsiz şehir turu olduğunu gördüm. Saat 10’da Mother Teresa evinin önünde rehberimizle buluşarak şehri gezebiliyoruz.

Konum olarak uzak değildim zaten, saat 10’a geliyordu, katılmaya karar verdim. Gittiğimde rehber dışında kimse yoktu. Rehberimizin adı Miha, yarı yunan, yarı makedon bir arkadaş. Nihayetinde grubumuz 10 kişiye ulaşıyor, aramızda Samsun’dan bir arkadaş da var. İlk defa bu tür bir gezide bizden birini görüyorum. Tarihi binaları gezerek başlıyoruz. Aslında Makedonya çok eski bir tarihe sahip, sürekli birilerinin egemenliği altında yaşamışlar. Son dönemleri hariç sadece 7 yıl birilerine tabi olmadan yaşamışlar.

Şehrin bu karışık geçmişi binalarına da yansımış, Osmanlı döneminden kalma bir eserin yanında, Tito zamanından kalma bir bina görebiliyorsunuz. 1960’lardaki depremle birlikte pek çok yapı hasar görmüş. Yenilemeye çalışmışlar ama halen izleri görülebiliyor.

Gezimize başladığımız yer bizlerin rahibe Terasa, Makedonların Mother Teresa olarak bildikleri, Hindistan'da yoksul insanlara yaptığı yardımlar dolayısıyla Nobel Barış ödülüne laik görülmüş bir din kadını. Tiran gezimizde de Arnavutlar tarafından sahiplenilmişti. Her iki tarafta kendi ülkesinde doğduğunu iddia ediyor. Şahsen bana Makedonya’da doğmuş olması daha doğru gibi geldi.

Adına adanmış ev aslında doğduğu ev değil. Büyük depremde bu ev tamamen yıkılmış. Onuruna bu yeni yapıyı inşa etmişler. Biraz farklı dizayn edilmeye çalışılmış ama yeni bir bina olduğunu, bir nevi müze olduğunu anlıyorsunuz.

Rehberimiz Üsküp’ün biraz tezatlar şehri olduğunu, tarihi gerçeklerin dışında akıl erdirmekte zorlanacağımız, biraz da eğlenceli, komik bir gezi olacağını belirtmişti en başta. Turumuz ilerledikçe ne demek istediğini daha iyi anladım. Bunca geçmişe, tarihi yapıya rağmen mevcut hükümet, yönetim halktan topladığı paraları biraz rahat harcamış. Ortaya bir nevi taklit Avrupa çıkarılmaya çalışılmış. Şehrin bir yerinde Wall Street’te görebileceğiniz boğa heykelini görürseniz şaşırmayın.

Şehrin merkezine geldiğinizde her yerde kalitesiz malzemeden abartısız yüzlerce heykel göreceksiniz. Ama alakasızca her yerde. Binaların çatısında, köprü üstünde, hatta içinde. O kadar kalitesiz malzemeden yapılmış ki, elinizle vurduğunuzda içinin boş olduğunu anlayabiliyorsunuz. Yetmezmiş gibi Vardar nehrini Venedik’e benzetmeye çalışmışlar. Üç tane kocaman korsan gemisi kondurmuşlar nehrin üzerine.

Burada yaşayanlar da bundan sıkılmış olsalar gerek bulunduğumuz dönemde protestolar vardı. Biraz yaratıcı bir şekilde, şiddet içermeyen şekilde kalabalıklar akşam 9 gibi toplanıyor, 10 gibi dağılıyorlar. Ellerinde renkli boya içeren poşetleri bu sahte heykellerin, barok dönemi sütunların, geçitlerin üstüne fırlatıyorlar. Her yer rengarenk.

Şehrin bizim tarihimizle ilgili kısmı Vardar nehrinin ötesinde. İki yakayı birbirine bağlayan pek çok köprüden hangisinin Osmanlı’dan kaldığını söylemek kolay, sahtelerinin yanında hemen göze batıyor.

IMG_2486.JPG

Osmanlı dönemi eserlerinin çoğu Makedonların Carjiya ddikleri, eski çarşı içerisinde. Yaklaşırken bile tanıdık bir hisse kapılmanız mümkün. Çarşının girişine bugün kullanılmayan bir hamam var. Sonra sağlı sollu dükkanların bulunduğu, bugün itibariyle çoğunu kuyumcuların ve tekstille ilgili dükkanların aldığı pazar bölümü bulunuyor. Bunlarında ortasında medrese ve hanlar var. Halen bugün bile hanların alt kısımları dükkan iken, üst kısımları genellikle Arnavut azınlıktan ailelerin çocuklarına eğitim veren merkezler olarak işlev görüyormuş.

Çarşının girişinden sol yukarıya baktığınızda, her zaman Osmanlı yerleşim yerlerinden bildiğimiz şehre yukarıdan hakim bir noktadan gören kaleyi görebiliyorsunuz. Kalenin surları üç farklı katmandan oluşmuş. Aslında bu kale Roma döneminden beri burada ama Osmanlıya küçük gelmiş ve son geniş halkayı eklemişler. Kalenin içine girdiğinizde şehrin dört bir tarafını görebilmeniz mümkün. Giriş için ücret gerekmiyor.

Çarşıyla ilgili beklentim çok daha farklıydı açıkçası. Çok daha otantik bir ortam bekliyordum. Yerel çalgılar, telkari gibi el işçiliği gerektiren zanaatkarlar yine var ama dükkanların çoğunu turizm şirketleri, kuyumcular, kadın kıyafeti satan dükkanlar almış. Şehirde en çok türkçe konuşulan yer burası. Satıcılarla anlaşmak çok kolay. Ancak konuşmalar çok ileri seviyeye pek taşınamıyor. Yine de farklı bir coğrafyada kendi dilinizde anlaşabilmek güzel bir duygu.

Gezi yaklaşık dört saatin ardından bitti. Günün geri kalanında Matka Kanyonuna gitmeye karar verdim. Genel bir bilgi vermek gerekirse burası eski bir baraj, halen aktif halde. Kanyon olarak turistlere açılmış, baraj gölünün etrafında gezilebilecek birkaç kilometrelik alandan oluşuyor.

Ulaşım için iki seçenek var. Otobüs ve taksiler. Taksilerle pazarlık yapılarak 400 dinara, 2016 fiyatlarıyla yaklaşık 6-7.-EUR'ya gelmek mümkün. Dönerken otobüs saatlerine göre daha yüksek bedel istiyorlar. Diğer yol belediye otobüsü. İlk durak şehir garajının yanı., numarası 60. Normalde şehir içinden de geçiyor ama her zaman doğru durağı bulmak kolay olmayabilir. Garaj şehir merkezinden yürüyerek 20-25 dakika uzaklıkta. Otobüs sıklığı yaklaşık 1.5 saatte bir. En son otobüs akşam 9’da şehre dönüyor. Fiyatı 45 dinari, yaklaşık 1.EUR.

Kanyona geldikten sonra yürüyüş yoluna ulaşmak için yaklaşık 10 dakika yürümek gerekiyor. Girişte restoranlar var, onları gördüğünüzde girişte olduğunuzu anlayacaksınız. Bu noktada internet yarım saat için ücretsiz.

IMG_2546.JPG

Baraj gölünün kenarlarında bulunan yol zaman zaman toprak patikadan, zaman zaman da taş, çimento zeminden. Ben yaklaşık bir km kadar yürüdüm, patikanın sonunda mağara varmış, ama benden başka kimse yola devam etmediğinden pek gitme isteğim kalmadı. Bir noktasından geri döndüm.

Yürümenin dışında restoranların bulunduğu bölümden kano kiralayıp, 1,5 saatte ve oldukça yorucu bir tecrübenin ardından baraj gölünün sınırlarına ulaşabilir yada ne gerek var bu kadar çabaya deyip, biraz daha fazla ödeyerek bir tekne kiralayabilirsiniz.

Kanyon gezisi sırasında aynı hostelde kaldığımızı öğrendiğim Mitka isminde Çek bir arkadaşla tanıştım. Yalnız seyahat etmenin başka bir avantajı sanırım, başka yalnız seyahat edenlerle tanışabiliyorsunuz. Bu arkadaşla beraber gezip, akşamda güzel bir yemekte sohbetimize devam ediyoruz.

20160530_130454.jpg

Bu gece Belgrad’a geçiyorum. Üsküp’e uzaklığı yaklaşık 400 km. Geceyi yolda geçirebilmek adına 02:00 otobüsünde bilet alıyorum. 2016 fiyatıyla yaklaşık 23.-EUR tutuyor. Balkan yolculuğumun en pahalı aşaması Üsküp-Belgrad arası oluyor. Belgrad'ta görüşmek üzere.

Posted by mesuttoker 12:37 Archived in Macedonia Tagged bitola üsküp makedonya Comments (0)

Balkanlar Seyahatim Ohrid/Manastır

Makedonya

IMG_2394.JPG

Balkanlarda bir sonraki durağım Ohrid oluyor. Balkanlar gezimin 4. günündeyim, Arnavutluktan sonra Ohrid’e gitmek için Struga’ya giden bir otobüse bilet alıyorum. Struga-Ohrid arası 15 km, otobüs Kichevo’ya devam ettiği için burada iniyoruz. Arnavutluktan üç saat süren bir yolculuktan sonra Makedonya’ya girişimiz biraz sorunlu oluyor. Sınırda yaklaşık bir saat bekletildik. İlk kez polis otobüsten inmemizi istiyor. Bize klasik bir kaç soru sorup, sonra devam etmemize izin veriyor. Sınırdan sonra Struga’ya varmak 15 dakika kadar sürüyor. Struga’dan kısa bir taksi yolculuğundan sonra Ohrid’e varıyorum. Gündüz çok kısa aralıklarla minibüs bulmak mümkün. Ancak benim vardığım saat gece 10:30, fazla seçeneğim yok. Taksiciler otobüsün bıraktığı yerde bizi bekliyor, resmi tabelası yok. 10 euro istiyorlar, pazarlıkla 7 euroya anlaşıyoruz. Taksicimiz müslüman, ne o ingilizce, türkçe biliyor ne ben Makedonca. Ancak bir şekilde anlaşıyoruz. Sevgisini belli ediyor, samimiyetinden şüphe etmiyorum.

Kısa bir taksi yolculuğundan sonra merkezde duruyoruz. Hostelimi bulmak için haritalar uygulamasının gösterdiği noktaya geldiğimde orada hostel olduğuna dair bir işaret göremiyorum. Sağ olsun yanıma gelen bir otopark görevlisi yardımcı oluyor. Telefonla hosteli arıyor, hostelin sahibi birkaç dakika içerisinde geleceğini belirtiyor. Bana yardım eden arkadaşın Fenerbahçe’li olduğunu öğreniyorum bu arada. Makedonya’daki ilk saatlerimde konukseverliklerini anlamaya başlıyorum. Hostelin sahibi geliyor birazdan, başka yerde pek karşılaşmadığımız şekilde, rezervasyonum olmasına rağmen hostelin dolu olduğunu, beni bir arkadaşının yerine bırakacağını söylüyor. Türkiye’den tanıdık olduğumuz bu zihniyete, biraz da neredeyse gece yarısı olmasının verdiği isteksizlikle tamam diyorum. Merkezde bir hostele getiriyor beni. Girişi pizza dükkanının yanından yapılıyor. İçeride kimse yok, uykum var zaten, fazla sorgulayacak durumda değilim. Dalmak üzereyken kızın biri gelip pasaportumu alıyor. Bir daha da gelen yok. Sabah kalktığımda pizza dükkanı kapalı, içeride temizlik yapan bir kadın, anlaşmaya çalışıyoruz ancak konuşamıyor, patronunu arıyor telefondan, bir kez daha derdimi anlatmaya çalışıyorum. Pasaportumu kimin aldığı, nerede olduğu bilinmiyor. Şehri gezerim diye sabahın köründe kalkmışım, aç bir şekilde 11’e kadar bekliyorum. Sebebini sonradan öğreniyoruz, kızın mesai saati 10:30 da başlıyor. O sinirle kalacak başka bir yer aramak üzere sırt çantamla bir saat geziyorum. Nereye sorsam yer yok. Booking.com üzerinden şehrin biraz dışında bir apart buluyorum. Yerleşmem öğleni buluyor. Kalacak yere yerleştikten sonra yarısını boşa geçirdiğim günün geri kalanını değerlendirmeye çalışıyorum. 

20160528_140634.jpg

Şehir Ohrid gölünün kenarına kurulmuş. Aslında hakkıyla plan yapıldığında yarım günde gezilebilecek bir yer. Şehir merkezinde börekle kahvaltı ettikten sonra tekne turu yapmaya çalıştım. Burada turlara, gruplara özel tekne turları var. Belli bir sayıya ulaşmadan kalkmıyorlar. Teknelerin çoğunda Türk kafileler görmek mümkün. Yalnızsanız tek şansınız küçük bir tekne kiralamak. 15 euro’dan pazarlığa başlıyorlar ama 10 euro’ya tamam diyorlar. Tekneler 5-6 kişi alabilir, civarda tek gezen birini görürseniz beraber açılmayı teklif edebilirsiniz.

Rıhtımda türkçe konuşan bir baba-oğulu bulunca selam verdim. Burada yaşıyorlarmış, ailesinin büyük kısmı İstanbul -Fatih’teymis. Tekne turlarını sorunca, gezdirdikleri yerlerin sahil kenarında olduğunu, gölün üzerinde pek görmeye değer bir şey olmadığını, karadan gezmemi tavsiye ettiğini söyledi. Ben de tavsiyesine uydum.

Şehrin içi labirent gibi. Her yol farklı bir yere çıkıyor. Bir yol sizi sahilde dolaştırırken, diğeri kaleye götürebiliyor. Zamanım olduğundan sıkılmadan hepsini gezdim. Yol üzerinde rastladığım kiliseleri, çiçeklerle donatılmış evleri, dar sokakları dolaştım. Yollarda çalışanlara Türkiye’deymiş gibi elimi kaldırıp selam verdiğimde, anlaşamasak da karşılığını aldım. Her İstanbul dediğimde “abi, kardeş”  karşılıklarını aldım.

Şehri ve gölü yukarıdan görmeye en müsait yer Kale'nin surları. Fazla zaman harcanacak bir yer değil. Girişi 2016 itibariyle 30 dinar, yaklaşık 2 TL. Kalenin hemen altında bulunan bir türbe ve kilise var. Orasının girişi için 100 dinar istediler. Çıkışa yöneldiğimde görevli nereli olduğumu sordu, istanbul deyince, “hoşgeldin, haydi” deyip ücret almadan girmeme izin verdi.

Kalenin surlarından şehrin ve golün her köşesini detaylıca görmek ve fotoğraflamak mümkün. Oraya ulaşmak sıcak havada biraz zor olabiliyor ama manzaraya değer.

Surların bir ucunda oturmuş şehri seyrederken, yalnız seyahat etmenin güzelliklerinden birini yaşadım. Dünyanın farklı bir köşesinde ortak bir noktanız olan bir yabancıyla karşılaşmak. Bu sefer ki Hırvat bir gazeteciydi. Konuşmayı o başlattı, nereli olduğumu öğrenince gazeteci olduğundan bahsedip Türkiye’de bulunduğundan bahsetti. Bir süre sonra konu politikaya geldi. Soruları biraz da benim düşüncelerimi öğrenmeye yönelikti, konuşmanın birazdan daha uç noktalara gideceğini hissettim. Beni bu konularda biraz açık görüşlü bulmuş olacak ki,  ülkenin doğusuyla ilgilendiğini, Diyarbakır’dan Hakkari’ye kadar gittiğini, hatta Kandil’de bazı üst düzey örgüt yöneticileriyle görüştüğünü söyledi. Objektif olmaya çalıştığından, ama Türk tarafından her zaman açık sözlülük göremediğinden yakındı. Türkiye hakkında oldukça donanımlıydı. Terör konusunun başlangıcından, günümüzdeki olaylara kadar pek çok konuda konuştuk. Böyle durumlarda kendi fikirlerimi ifade etmekten ziyade, karşı tarafın görüşlerini öğrenmeye daha fazla çabalarım. Resmi tarih, ideoloji, bizi şekillendiriyor, ancak tarafsız, ya da farklı bir noktadan yapıcı bir eleştiri, tüm bildiklerimizi, inandıklarımızı ters yüz edebiliyor. Medeni bir şekilde ifade edildikten sonra, en uç düşüncelerin ifade edilmesin de bile pek çok yarar olduğunu bizzat görmüş oldum.

Aslında pek çok yerde bu tarz birine rastlayabiliriz belki ama en azından ben Ohrid Kalesinde karşılaşmayı beklemiyordum. Bana bir kahve ısmarlayıp biraz daha konuştuktan sonra, Kosova’da buluşmak üzere sözleştik. Orada yaşayan bir haberci arkadaşıyla şehri gezmek istiyormuş, beni de davet etti. Tabi ki yerel birinden hikayeleri dinlemek her zaman daha ilgi çekicidir, ben de tereddütsüz kabul ettim.

IMG_2397.JPG

Akşam üzeri sahile inerken her tarafta resim çizen gençler görmüştüm. Hikayelerini araştırdığımda Tayland’dan tutun, Hongkong’a kadar, dünyanın çeşitli ülkelerinden gelmiş yaklaşık 80 kişi olduklarını öğrendim. İçlerinden altısı Türkmüş, burada Bitola’da kalıyorlarmış. Uluslararası bir resim yarışmasına katılmak için gelmişler. Biraz konuştuktan sonra yemek yemek için sahilde bir restorana indim. Orada da kendi aralarında türkçe konuşan dört genç arkadaşla tanıştım. Gayet güzel ve doyurucu bir sohbet yaptık. Yemekten sonra otelime geçip, yarınki Üsküp yolculuğu için hazırlığa başladım.

Ertesi gün Üsküp’e geçeceğim için fazla erken kalkmadım. Şehir merkezinde güzel bir kahvaltıdan sonra insanlara sorarak otobüs garajına doğru yürümeye başladım. Yaklaşık 20-25 dakikalık bir yürüyüş oldu. Beklediğimden daha uzun sürdü. Taksiyle burası merkezden 2 euro tutuyormuş. Geldiğimde saat 10’u biraz geçiyordu. Günün sürprizini burada yaşadım. Kaldığım hostelde otobüs çizelgesi vardı ama ülkenin başkentine Ohrid'den otobüs vardır herhalde diye düşünmüştüm. Ama buranın balkanlar olduğunu unutmuş olmalıyım. 15 dakikayla kaçırdığım otobüsten sonra bir daha ki otobüsün 16:30 da olduğunu öğrendiğimde ne kadar şaşırdığımı tahmin ederiniz. Garaj içinde 10 tane otobüs alacak kadar alan ya var ya yok. Bir tane eski turuncu otobüs görüp, nereye gittiğini sordum. Görevli bayan Bitola dedi. Üstelik onun kalkmasına da sadece beş dakika var. Burada sırt çantamla 6 saat geçirmektense şansımı oradan denemeye karar veriyorum.

Otobüste benim gibi gezen iki yabancı ile şoförle konuşmalarından oralı olduğunu anladığım bir anne kız var. Bitola, bizler tarafından Manastır olarak biliniyor. Yunanistan sınırından yalnızca 12 km uzaklıkta. Ülkenin 2. büyük kenti, ancak bizim standartlarımızda kasaba büyüklüğünde. Bir ucundan girip diğer ucundan çıkmak 30 dakikadan fazla sürmez.

Yolculuk virajlı yollarda yaklaşık 1.5 saat kadar sürüyor. Otobüs biraz yokuş gördüğünde gitmekle gitmemek arasında kararsız, garip sesler çıkarıyor. Bu kez bizi yolda bırakmasa bile, yakın bir zamanda birileri bu yolda heyecan yaşayacak diye düşünüyorum.

Yollar Arnavutluk’tan Struga’ya gelirken gördüğümüz manzaralarla dolu. Tarla yok, her yer yeşillik, sağda solda otlayan inekler, arada sırada çayırlarda ot biçen köylüler. Otobüsümüz ufak köylere uğruyor, duraklıyor ama pek binmeye niyetlenen yok. Yola başladığımız 5 kişiyle Bitola’ya varıyoruz.

20160528_134723.jpg20160528_140626.jpg

Bir sonraki Üsküp otobüsünün 14:30’da olduğunu öğreniyorum. Aşağı yukarı 2,5 saatim var. Bu küçük şehir için hiç de fena değil. Garajdan çıktığımda büyük bir park görüyorum. Pazar sabahı, insanlar pek rağbet göstermemiş. Ağaçların arasından evlerin olduğu tarafa yöneliyorum. İnsanlar kalabalıklaşmaya, sesler artmaya başlıyor. Boydan boya 500 metreyi geçmeyecek ana caddesinde, tanıdık sesler ve tabelalar görüyorum. Pek çok restoranda oturanların Türk oldukları her hallerinden belli. İstanbul dönercisi en çok rağbet görenlerden. Burada da döner yenir mi bilemedim. Belki çayı için ilgi görüyordur. Caddenin sonunda dün Ohrid’de karşılaştığım öğrenci arkadaşlarla karşılaşıyorum. Biraz sohbet ettikten sonra kafelerden birine ben de oturuyorum. Burada halen güzel bir gelenek devam ediyor. Su istediğinizde çeşme suyu getiriyorlar. Şişe suyu özellikle istemelisiniz. Çeşme suyu dediğime bakmayın, hayatımda içtiğim en lezzetli su olabilir. Zamanımın çoğunu parkta geçirdikten sonra Üsküp otobüsüne biniyor ve yeni bir şehre doğru yol alıyorum. 

Posted by mesuttoker 12:24 Archived in Macedonia Tagged ohrid manastır Comments (0)

Balkanlar Seyahatim - İşkodra-Tiran

Arnavutluk

Balkanlarda ikinci ülkem Arnavutluk, bir önceki durağım olan Kotor ile ilgili gezi yazısına buradan ulaşabilirsiniz.

20160526_125246.jpg

Budva’dan saat 9’da hareket eden otobüsümüz Bar-Ulcinj istikametini takip ederek Podgorica’ ya doğru yola çıktı. Yolda birkaç noktadan yolcu aldık. Onun dışında durmadan Podgorica’ya yaklaşık 1,5 saatte geldik. Burada 15 dakikalık moladan sonra Arnavutluk sınırına, İşkodra’ ya doğru yola koyulduk. Otobüs biraz eski olmakla birlikte rahattı. Klimaları çalışıyordu. Yollar kıvrılarak ilerlediğinden genellikle 60-70 km hızla ilerliyorduk.

Sınır da biraz beklemek durumunda kaldık. Klasik olarak önce Karadağ polisi otobüse binip pasaportları topluyor, çıkış damgaları vuruluyor, 50 metre ilerledikten sonra bu kez aynı işlemi Arnavut polisi yapıyor. Bu işlem yaklaşık 30 dakika sürdü. Ancak ilginç bir şekilde Arnavut tarafının damgasını bulamadım. Belki uygulamaları böyledir, daha sonra çıkarken öğreneceğim sanırım.

Sınırdan sonra meşhur İşkodra, yerel adıyla Skoder’in etrafında ilerliyoruz. Göl Avrupa'nın en büyüğü, hem Karadağ hem de Arnavutluk’ta pek çok kasabaya geçim imkanı sağlıyor. Arnavutluk tarafında kendimi biraz daha fazla ülkemde hissettim. Bir birinden ayrı konumlanmış, oldukça güzel, genellikle önü ağaçlı ve çiçekli evler İşkodra’ya kadar bizi takip etti. Cami minareleri görmeye başlıyoruz. Arnavutluk nüfusunun %70’i müslüman, %20-25 civarında da hristiyan yaşıyor. Ama bu rakamların istatistikte kaldığını daha sonra öğreneceğim. Aslında ülkenin büyük bölümü, kominizm zamanının etkisiyle ateist. 

İşkodra’da 15 dakika mola veriyoruz. Biraz fotoğraf çekme fırsatı buluyorum. Arnavutlukla ilk izlenimlerim burada oluşuyor. Orta Anadolu’da bir kasabanın 10-15 yıl önceki halini anımsatıyor. Eski, kominist zamandan kalma evler, yol kenarlarına serpiştirilmiş dükkanlar, sağa sola yürüyen insanlar. Karadağ’da olmadığı kadar gençler ve çocuklar. Hafta içi olmasına rağmen oldukça da kalabalık. Avrupa’nın yaşlanan nüfusunu dikkate aldığımızda, Arnavutluk geç başladığı Avrupalılık yarışında bu gençler sayesinde arayı kapatabilir.

İşkodra’yı geride bırakıp 1 saat kadar sonra Tiran’ı görüyoruz. Şehrin girişinde Türk markaları göze çarpıyor. En azından Bosna’da olduğu gibi buraya geç kalmamışız diye seviniyorum. Amerika Yatırım Bankasının yanında Alpet’i, Flo’yu, LC Waikiki’yi görmek güzel.

Otobüsümüz bizi şehrin merkezinde bırakıyor. Sonradan şehirde otobüsler için garaj olmadığını öğreneceğim. Hostelim fazla uzak değil. Eşyalarımı bırakıp hemen şehri keşfetmeye çıkıyorum.

Budva’da hostelde tanıştığım gezginler Tiran hakkında pek olumlu şeyler söylememişlerdi. Üzülerek haklı olduklarımı görüyorum. Aslında hayal kırıklığım şehrin kendisi için değil. Beklentim daha düşüktü, canlı sokakları, kalabalıkları, geniş caddeleri, kafeleri hoşuma gitti. Ancak etrafı görebilecek turlar aradığımda fazla seçenek bulamadım. Fazla turistte göremedim. Günübirlik turlar aradım, turizm ofislerine sordum ama pek yapacak birşey bulamadım. Kaldığım hostelde de çok fazla öneride bulunamadılar. Şehrin sahip oldukları da birkaç saatte bitirilecek cinsten. O yüzden şehri yarım güne sığdırıp hızlıca Ohrid’e geçmeye karar verdim. Ama maalesef günde bir otobüs vardı, o da öğlenden sonra saat 16:00’da. Makedonya'ya bilet satan acenteyi bulmak da uzun sürdü. Daha önce bahsettiğim gibi şehirde otobüs garajı yok, bileti satan turizm bürosunu bulmanız gerekiyor. Bu bileti satan seyahat acentesini Tiran International Hotel’in arkasında bulabilirsiniz. Fiyat 10 euro, kalkış yeri de tur ofisinin önü.

Tiran merkezde döviz bozdurmak sorun değil. Gelirken sorun yasar mıyım diye merak etmiştim ama gelince gördüm ki yolda bozdurmak bile kolay. Pek çok banka ve döviz bürosunun dışında cami etrafında elden satanlar var.

20160527_100740.jpg

Yemek yiyip dinlenmeye karar veriyorum. Fiyatlar çok çok ucuz. Şehrin göbeğinde, görece lüks bir yerde yediğim yemek 10 tl civarı tutuyor. Eğer ara sokaklarda yemek sorununuz yoksa bir tl’ye kocaman bir dilim börek alabilirsiniz.

Yemekten sonra gezerken, şehrin merkezinde her gün ücretsiz bir tur düzenlendiğini öğreniyorum. En azından şehri tanımak adına bir fırsat, üstelik yerel birilerinden dinleyerek. Şehirde yapabileceğim bir şeylerin olduğunu düşünerek hostelime dönüyorum. Hostel yeni açılmış bir yer, booking.com üzerinden bir İsveçli yer ayırtmış. Hostelworld üzerinden de ayıran ilk benim. Sessiz sakin güzel bir uyku çekmek için burayı seçtim. Beraber kaldığım arkadaş Türkiye'de Suriye mültecilerine yardım gönüllüsü olarak bulunup, sonra Yunanistan üzerinden buraya geçmiş. Bölgedeki durum hakkında uzun uzun konuştuk.

Ertesi gün saat 10’da şehir merkezinden başlayan ücretsiz tura katılacağım için erkenden kalkıyorum. Arnavutlar börek, poğaça tarzı hamur işlerini seviyorlar. Adım başı satan bir yer bulunuyor ancak oturup yemek mümkün değil. Kafe tarzı yerlerin hepsi kahve, kek vb. şeyler satıyor, börek bulmak mümkün değil. Fırının birinden  2 dilim kıymalı börek alıp, bir parka yöneliyorum. Börekler sadece 70 leke tutuyor, yaklaşık 1,5 tl. Saat 10’a doğru meydana, ücretsiz tura katılmak üzere yola koyuluyorum. Hava oldukça sıcak, insanlar çimenlerin üzerine oturmaya başlamış bile. Boynunda yaka kartı olan iki arkadaş geliyor. İsminin Gazi olduğunu öğreniyorum. Tanışana kadar aramıza birkaç kişi daha katılıyor. 5 Alman, 1 Fransız, 1 Japon ve ben. Tur yaklaşık 2 saat sürüyor. Tamamen ücretsiz ancak tur bitiminde herkes gönlünden ne koparsa veriyor. 10 euro civari verende var, 1 euro verende. Tur boyunca Tiran’ın bugünkü haline hangi şartların getirdiğini öğreniyoruz. Yüz yıllarca, Romalılar, Bizler, sonra da kominist sistem ve Enver Hoca bugünkü şeklini vermiş ülkeye. Osmanlı yaklaşık 500 yüzyıl kalmış, ancak komünist dönem, izlerin çoğunu alıp götürmüş. Sadece kelimeler ve birkaç tarihi cami ve sur kalmış.

20160526_182558.jpg

60’lı, 70’li yıllarda ülke zamanının Kuzey Koresi olmuş. Enver Hoca Tito’ya bile kominizm dersi vermeye kalkmış, kafa tutmuş, yumuşaklıkla suçlamış. Sonunda ne olmuş, Bosna’da, Makedonya’da hala Tito’yu özlemle ananlar bulunabilirken, Enver Hoca’nın mezarı bile unutulmuş. Dönemin izlerini şehirlerin eski binalarından, geniş sokak ve parklarından, soğuk hükümet binalarından ve her yerde karşınıza çıkan sığınaklardan görebiliyorsunuz.

Sığınaklara ayrı bir paragraf açmak lazım. Rehberimizin dediğine göre ülkenin tamamında 700.000 civarı olduğu tahmin ediliyormuş. Bunlar savaş ihtimaline karşı yapılmış, içine en fazla 2 kişinin girebileceği, genellikle beton yada demirden dökülmüş, bazen tünellerle birbirine bağlanmış yapılar. O kadar saçma sapan yerlerde karşınıza çıkıyorlar ki sanırım imha etmesi oldukça zor olsa gerek. Köylerde, tepelerde, parklarda, her yerdeler. Köylerdekilerin saman koymak, hayvan kapamak gibi garip şekillerde kullanıldığına şahit oldum.

Enver Hoca ve halkı bu hazırlığı yapmış ama hiç kullanmak zorunda kalmamışlar. Sistem Enver Hoca'nın ölümünden sonra fazla dayanamamış ve 90ların başında ülke dışa açılmış. O dönem gençler İtalyan kanallarından italyanca öğrenmiş. Pek çoğu daha önce yasak olan ülke dışına kaçmış, geride kalanlarda hayatta kalıp, yerinde saydıkları yılların farkını kapatmak için çalışmak zorunda kalmış. Çok şeyde başarmışlar bu 25 yılda. Ancak daha kat edecekleri çok yol var.

Bir turist olarak ülkede yapabileceğiniz şeyler kısıtlı. Turizm ofisleri yok, tur şirketleri yetersiz sayıda, ingilizce konuşan fazla kişi bulamıyorsunuz. Şehrin içinde görebileceğiniz yerler en fazla 4-5 saatinizi alır. Belki yakındaki Berat ve Durres  şehirleri ziyaret edilebilir.

Tura katıldığımda fotoğrafını çekmek için genç bir kızdan izin istiyorum. Biraz konuştuktan sonra nereli olduğumu söyleyince kızın buradaki cemaat okulunda okuduğunu öğreniyorum. Türkçe konuşmaya başlıyoruz. Oldukça sıcak davranıyor. Son dönemdeki durumlarını onaylasak da onaylamasak da bazı yerlerde bu devletin dolduramadığı alanları doldurmuşlar anlaşılan. Haklarını vermek lazım.

IMG_2321.JPG

Arnavutluktan Makedonya’ya gelmek için fazla seçenek yok. Öğlenden sonra 4’te kalkan bir otobüs var. Fiyatı 2016’da 10 euroydu. Tirana international hotelin arkasında bulunan tur firmalarına sorarsanız nerede satıldığını gösteriyorlar. Kalkış da otelin önünden bir alandan yapılıyor. Eski ve kliması pek iyi çalışmayan bir otobüs. Yolculuk yaklaşık 5 saat sürecek. Bunun bir saati sınır kapısında geçiyor. Otobüste benim dışımda 6-7 kişi var. Muavinden bir türkün daha olduğunu öğreniyorum. Struga’da okuyan Kayseri’li bir arkadaşımız. Bana yolda  oldukça yardımcı oluyor.

Yol aslında çok uzun değil. Ancak gerek yolun kıvrımlı yapısı, gerekse farklı şehirlere uğramak yolu uzatıyor. Sınır kapısında ki zaman da eklenince 2 saatlik yol 5 saat oluyor. Ancak bir şikayetim yok. Her yer yemyeşil. Bahçelerinde asmaların bulunduğu köy evleri. Karadenizdeki gibi ayrık yapılmış evler, tek tuk inekler, koyunlar. Tarlada ot biçen, taşıyan insanlar, hepsi harika yol arkadaşlığı yapıyorlar. Trakya’daki köyüme benzetiyorum ama burada daha fazla su var. Çiçekler, ağaç türleri aynı ancak ilaveten portakal, zeytin ağaçları göze çarpıyor. Osmanlının buraya olan ilgisini daha iyi anlıyorum. Trakya’da, yada Türkiye'nin herhangi bir köşesindeki bir göçmenin özlemini de. Şehirler, lisanlar, insanlar değişiyor ancak bu coğrafya değişmiyor.

Struga’dan Ohrid yaklaşık 15 km. Otobüsten indiginiz gibi taksiciler yanınıza yanaşıyor. 6-7'den sonra minibüs olmadığından biriyle anlaşıyorum. 10 euro istiyorlar ancak taksi plakası olmayan biriyle anlaşırsanız 6-7 euro'yu kabul ediyorlar. Nerden geldiğinizi öğrendiklerinde kardeş, abi, nasılsın gibi kelimelerle jest yapıp ilgilerini gösteriyorlar. İnsanın hoşuna gitmiyor değil.

Yollarda pek çok Türk turist kafilesiyle karşılaşıyorum. Beni en çok sevindiren hususlardan biri bu. Mümkün oldukça konuşmaya çalışıyorum. Yıllarca imrendiğimiz yabancılar gibi kendi ülkemizin insanlarını böyle gezerken görmek güzel.

Yarın Ohrid'te görüşmek üzere...

Posted by mesuttoker 12:14 Archived in Albania Tagged tirana skoder işkodra arnavutluk Comments (0)

Balkanlarda Ulaşım

Balkan Ülkelerinde Ulaşım

IMG_1878.JPG

Balkan ülkeleri seyahati vizesiz seyahat edilebilmesi, ortak tarihi geçmişimiz ve benzer değerlerimiz sebebiyle her gezginin hayalini süsleyen bir rotadır. Sırbistan, Bosna Hersek, Karadağ, Arnavutluk, Makedonya ve Kosova şimdilik bizden vize istemiyor. Şimdilik diyorum çünkü Karadağ ve Sırbistan Avrupa Birliğine girmek için ellerinden geleni yapıyor.  Tüm gezginlere ilk seyahatlerini bu ülkelere yapmaları, gezmeye buralardan başlamaları tavsiye edilir. İlk kez Balkan ülkeleri gezisi yapmayı planlayan arkadaşlarımız için bir ulaşım rehberi olması açısından bu yazı yazmaya karar verdim.

Seyahatinizi otobüsle ya da kiralayacağınız bir araçla yapacak iseniz, hangi ülkeden başlayacağınız çok önemli. Eğer başlangıç ve bitiş yapacağınız ülkeler farklı ise, o zaman dikkatli olmanızda yarar var. Neden böyle diyorum, çünkü daha biletinizi alırken Türk Hava Yolları bizi uyarıyor. Tek yön bilet almaya çalıştığınız ülke sizi hava alanından geri çevirebilir diye. Bununla ilgili pek çok kötü hikaye okudum. Özellikle tipiniz fazlasıyla ben Türküm diyorsa, pasaportunuz fazlasıyla temizse, Sırbistan size sorun çıkartabilir. O yüzden giriş biletinizi Bosna Hersek veya Karadağ’dan alıp, dönüşünüzü Belgrad’dan yapabilirsiniz. Kosova ve Sırbistan seyahatlerini birbirinden ayırmak ve mümkünse Kosova'da pasaport görevlisine damga vurmamasını rica etmek akıllıca olabilir. Bu bizim isteğimizle oluyor mu dediğinizi duyar gibi oluyor, Balkanlarda her şey mümkün. Benim pasaportumda Arnavutluk ve Makedonya kaşesi yok mesela, özel bir isteğim de olmadı, nedense giriş-çıkış kaşesi vurmadılar.

Balkanlarda otobüs bileti araştırdığınızda karşınıza şöyle bir site çıkacak. Pek çok bilgi doğru olmakla birlikte, güvenilmemesi gereken bir site. İnternet bu siteye güvenip yola çıkan ve başına türlü dertler gelen gezginlerin hikayeleri ile dolu.

Ülkeler için detaylı bilgilere gelirsek;

Bosna Hersek Ulaşım

Şehir içi ulaşım kolay, şehirler oldukça küçük. Başkent Saray Bosna hariç toplu taşımaya gerek yok. Orada bile yürüyerek pek çok yere ulaşabilirsiniz. Saray Bosna'da hiç kullanmadım ama tramvay mevcut. Taksiler de fazla pahalı değil.

Şehirler arası yolları kaliteli ancak oldukça dar ve virajlı. Arabanın hızının 60-70 km’yi aşması nadiren mümkün. Paralı yollar var. Şehirler arası otobüs bulmak kolay, komşuları Sırbistan ve Karadağ arasında karşılıklı otobüs bulmak sorun değil.

Hava alanı teknik olarak şehir içinde sayılır. Belki yürüyerek ulaşmak bile mümkün. Türk hava yolları ve Pegasus’un dışında Sırbıstan ve çeşitli Avrupa şehirlerinden karşılıklı ulaşım sağlanıyor.

20160529_140936.jpg


Karadağ Ulaşım

Ülke çok küçük. Ülkede iki hava alanı var. Biri Türk hava yollarının uçtuğu başkent Podgorica'daki hava limanı. Diğeri Kotor’a yakın Tivat. Bu hava limanı Avrupa'nın ucuz hava yolları ve charter şirketleri tarafından tercih ediliyor. Podgorica’daki hava alanı yaklaşık 15 km şehir dışında. Toplu taşıma yok, sadece bir taksi firması çalışıyor. Ücret sabit 12.-euro. 3-4 kişi için ideal. Diğer ulaşım yöntemi şehirden taksi çağırmak. Karadağ’da her taksinin özel bir telefonu var. Taksinin üzerinde yazıyor. Telefon açabiliyorsanız şehirden taksi isteyebilirsiniz. telefonlarını nereden bulacağım derseniz internetten kısa bir araştırmadan sonra bulunabiliyor. Bu taaksilerle gidiş-geliş 5.-euro tutuyor. Taksicilerle ülkenin geneli gibi ingilizce anlaşılabiliyor. 

Karadağ’da tüm şehirler kasaba misali. Şehir içi toplu taşıma mevcut değil. Her şehrin biraz dışında otobüs terminalleri var. Sabahın erken saatlerinden geç saatlerine kadar Budva ve Kotor gibi turistik beldelerine 5-6.-euro'ya seyahat edilebiliyor. Budva ve civarında yaşayıp, okul ve iş için başkente geliyorlar. Akşamları otobüsler oldukça dolu. Otobüsler biraz eski olmakla birlikte klimaları çalışıyor.

Otobüs garajından  Mostar ve Saraybosna’ya ayrıca Dubrovnik’e günde bir kaç kez, Tiran’a sadece bir sefer var. Kotor’dan 08:30 ‘da kalkıyor. 09:00'da Budva 11 gibi de Podgorica'da oluyor. Ben Arnavutluk’un başkenti Tiran’a 22,50 euro verdim, 2 euro’da bagaj için alıyorlar. Bunun dışında 10 euro farkla bir kaç hostel ve özel firma en az 4 kişi bulunması şartıyla talebe göre otomobil, minibüs veya otobüsle direk sefer de düzenliyor. Bağllantııları yukarıda bahsettiğim internet sitesi ve hotel-hosteller yapıyor.


Arnavutluk Ulaşım

Arnavutluk'un başkenti kalabalık, şehir içi ulaşım genellikle belediye otobüsleri ile sağlanıyor. Mesai saatlerinde oldukça kalabalık, ancak şehrin dört bir yanına ulaşmak mümkün.

Ayrıca ülkenin iç ulaşımı minibüs ağırlıklı, gün içerisinde Durres ve Berat gibi turistik kasabalara gidip gelmek mümkün.

Ülkede iç hat uçuşu yok. Havaalanı şehrin yakınında sayılır. 10-15 km arası bir mesafe olmalı. Kullanmadım ama İşkodra’dan gelirken şehre çok yakın olduğunu hatırlıyorum. Önünde bekleyen halk otobüsü de vardı. Ayrıca Arnavutluk’un genelinde taksi ucuz. Pazarlık yapılarak taksi kullanılabilir sanırım.

Arnavutluk’tan Makedonya'ya maalesef günde 2 sefer var. Ohrid’e uzaklık sadece 200 km olmasına rağmen yol yaklaşık 4-5 saat sürüyor. Bilet 10.-euro. Sabah erken saatte, kullanmadığım için saatini hatırlamıyorum ayrıca öğleden sonra saat 4’te var. Ohrid’den direk geçmiyor. Struga’da inip, ayrıca 15 km yol kat etmeniz gerekiyor. Gündüz minibüsler varmış ama akşam otobüsüne bindiyseniz vardığınız saatte hava kararmış oluyor, durakta bekleyen taksilerden başka pek şansınız yok. Yazın Ohrid'e de gidiyorlarmış. 

20160523_192948.jpg


Makedonya Ulaşım

Makedonya Üsküp hariç şehir içi ulaşım gerektirmeyen bir ülke. Ulaşım genellikle yürüyerek yada uygun fiyatlı taksilerle yapılıyor. Ohrid-Bitola gibi görece önemli ve turistik sehirlerden bile Üsküp’e ulaşım kolay değil. Genelde sabah ve akşam karşılıklı seferler yapılıyor. Eğer 10’a kadar otobüse binemediyseniz akşam 4'e kadar beklemeniz gerekecek. Yollar çok dar ve virajlı. Sadece çok kısa bir bölümde toplam 3 şerit gidiş geliş otoban var. Onun dışında köy yollarında ilerliyorsunnuz, molalar köylerde veriliyor. Otobüsler oldukça eski ve pek rahat değil.

Üsküp ve Ohrid’de havaalanı var ancak iç hat uçuşu yok. Sanırım Ohrid’de sadece özel uçuşlar için kullanılıyor.

Ohrid-Bitola (Manastır) arası 1.5 saat, 200 dinar. 2016 itibariyle yaklaşık 10.- tl. Bitola-Üsküp arası 450 dinar, yaklaşık 25 tl.Üsküp’ten Belgrad’a oldukça sık sefer var. Ayrıca Selanik’e de günde bir kez olmak üzere ulaşabilirsiniz.

Üsküp’te şehir içi ulaşım belediye otobüsleri ve taksilerle sağlanıyor. Taksimetre açılış 40 dinar, 1,5 tl. Km başınada 15 dinar gibi bir fiyat işliyor. Oldukça ekonomikti. Belediye otobüslerinde bilet ve para geçiyor.

Üsküp havaalanıı pek çok ülkeden hava yollarını ağarlıyor. Şehre oldukça yakın bir konumda. Belgrad ve Üsküp arası 400 km, Air Serbia’nın seferleri bulunuyor. Ancak otobüsle karşılaştırdığında fiyat farkı 3-4 katı bulabiliyor.


Kosova Ulaşım

Üsküp - Kosova arası çok yakın. Taksiler git gel için 80-100.-euro arası bir fiyat istiyor. Ancak otobüs seferlerini çok ucuza ve sık aralıklarla bulunduğundan pek tercih edilmiyor. Kaldığım hostelde günlük Kosova gezileri gördüm. Sırbistan halen bu ülkeyi tanımıyor, kendi aralarında çözülecek bir sorun gibi bakıyor. Belgrad’dan araba kiralarsanız Kosova ziyaretleri sıkıntı yaratabilir. Onun dışında pasaportunuzda Kosova damgası olması sıkıntı oluşturmuyor.


Sırbistan Ulaşım

Sırbistan ve Belgrad bölgenin en gelişmiş yerleri. Belgrad’da 2 milyona yakın yaşayan var. Şehir içi oldukça işlek otobüs, minibüs, tren ve tramvay hatları var. Otobüs ve trenler eski. Eğer günlük kart kullanmıyorsanız ulaşım biraz pahalı. 1-3-7 günlük sınırsız kartlar var kullanmak için, ancak şehir içi ulaşım farklı bölgelere ayrıldığı için her yerde geçmeyebiliyor. Bu yönden biraz karışık. Genellikle otobüsün herhangi bir kapısından binebilirseniz. Kartı okutmak size kalmış. Ancak duraklarda bellerine takılı bir okuma cihazı olan görevliler var. Çok fazla sorun olmuyormuş ama yakalanırsanız 2000 dinar, yaklaşık 15 euro ceza örüyormuşsunuz. Hoteldeki görevli, bin dolaş birisi sorarsa anlamıyormuş gibi yap, sorun olmaz demişti ama problem istemediğimden riske girmedim.

Nikola Tesla havaalanı şehrin biraz dışında. Ulaşmak için taksiyi seçerseniz 20.-euro civarı tutuyor. Binmeden pazarlık yapmakta yarar var. Ayrıca Slav Meydanından (Slavija Square) a1 numaralı genelde 20-30 dakika arayla hareket eden minibüsler var. Ücret 300 dinar. Yaklaşık 7 tl. Bu en konforlu ve ucuz yol. 75 dinara, yaklaşık 1,5 tl’ye belediye otobüsü de varmış, ancak çok dolaştığından ben denemedim.

Balkanlarda ulaşımla ilgili özellikle üzerinde durulması gerekenler;

Bir gün önceden planını yap, 2 kez biletini teyit et,
Konfor arama, klima arama, koltuk numarası hiç arama, geç otur. :)
Şehir içinde otobüsle uğraşma, at kendini yollara, yorulunca bir kafeye otur.
Mümkünse araba kirala, pek çok firma tüm ülkelerde geçerli sigortayla beraber araba kiralıyor. Fiyatlar depozitoyu saymazsak oldukça ekonomik, yakıt da TR'ye göre ucuz.

Posted by mesuttoker 12:09 Archived in Bosnia And Herzegovina Tagged transportation balkans balkanlar ulaşım Comments (0)

Balkanlar Seyahatim - Kotor

Kotor, Karadağ

9845c680-5dca-11ed-bb2d-97efdcfad25a.JPG

Balkanlarda bir sonra ki durağım Adriyatiğin incisi Kotor. Karadağ’da ilk durağım olan Budva’ya ilişkin yazımı buradan ulaşabilirsiniz. Budva’da geçirdiğim ilk günün ardından sabah 8 gibi kalkıp otobüs garajına gidiyorum. Otobüsler yol üzerinde pek durmuyor, o yüzden işimi garantiye almak istiyorum.

Otogarda yine dün Ulcicj’e giden aileyle karşılaşıyorum. Küçük bir şehir ve benzer şeyleri yaptığımızdan normal geliyor. Bugün Sveti Stefan’a, benim dün gittiğim yere gitmeye karar vermişler. Otobüslerin farklı tarife uyguladıklarından konuşuyoruz. Dün 2 Euro’ya gidip 1 Euro’ya geldiğim yere onlar bugün 2,5 Euro ödemişler. Yarın sabah yine görüşürüz diyerek şakalaşıp ayrılıyoruz. Ben de Kotor’a 3,5 Euro’ya bilet alıyorum. Akşam aynı yol için 3 Euro vereceğim. Sanırım farklı firmalar, farklı rotalar takip ederek farklı fiyat uyguluyorlar. 

IMG_2270.JPGIMG_2246.JPG

Kotor, Budva'ya yaklaşık 20 km uzaklıkta. İsterseniz günü birlik turlar da var. Ancak 25-30 Euro’dan başlıyor. Şehir fotoğraflarından da görebileceğiniz gibi dört tarafı dağlarla çevrili, doğal bir liman. Denize konumundan ötürü Akdeniz iklimi hakim ve oldukça sıcak bir havası var. Geçmişi M.Ö. 3. yüzyıla kadar uzanıyor. Romalılar, Osmanlılar, Venedikliler, İspanyollar, Ruslar, Fransızlar bu güzel yere sahip olmak istemişler.

Günümüzde sahile demirlemiş özel büyük yolcu gemileri şehrin ayrılmaz bir parçası, Kotor oldukça popüler bir varış noktası. Açıkta demirlemiş büyük bir gemi varsa, bolca da turist göreceğiniz garanti. Özellikle Old Town-Eki Şehir’de ve dar yollarında bu kadar fazla turistle gezmek pek zevkli değil.

IMG_2077.JPG

Şehir oldukça küçük, bir ucundan diğer ucuna bir saatte gezebilirsiniz. Şehrin en can alıcı noktası, şehri yukarıdan seyredebileceğimiz San Geovanni kalesi. Şehrin kalbi olan Old Town’ın içerisinde pek işaret ve tabela olmadığından sorarak ya da şansınıza güvenerek ulaşacağınız ilk basamaktan sonra yukarılara ulaşmak kolay. Kalenin zirvesi deniz seviyesinden yaklaşık 300 metre yğkseklikte. Duvarlarının yüksekliği zaman zaman 20 metreyi buluyor. Toplam uzunlukları ise 4,5 km. Dinlenerek bir saatte, hızlı yürürseniz yarım saatte zirveye ulaşabilirsiniz. Bir kaç kişiyseniz mutlaka birileri geride kalacaktır. Sizi kalenin zirvesine ulaştıracak ilk basamakları bulduğunuzda, sizden 3 Euro giriş ücreti isteyen görevliyle de bulmuş olacaksınız. Yukarıda sizi bekleyen manzara karşısında ücret çok uygun, onu söylemeliyim. Tırmanışa başladığınızda su satan bir kaç satıcı bulmak mümkün ama oldukça pahalıya satıyorlar. Aşağıdan tedarikli çıkmakta yarar var, susayacağınızı garanti ediyorum.

Zirveye vardığınızda tarihi olarak pek bir şey yok ama manzara harika. Yukarıya çıkarken acele etmeyin, fotoğraf çekecek çok fırsatınız olacak. Zirveye yaklaştıkça, manzara daha da güzelleşiyor haliyle.

İnişte pek kolay olmuyor. Kendinizi durdurmaya çalışarak, bir çok turiste yol vererek aşağıya iniyorsunuz. Eski şehrin içerisini de gezmek isteyebilirsiniz. İçerisinde genellikle butik dükkanlar var. Restoranlar haliyle dışarıya göre pahalı. Yukarıya çıkarken farkettiğiniz, Old Town’un nehirle buluştuğu, karşıya köprüden geçebileceğiniz bir köşesi var. Köprü üzerinden güzel fotoğraflar çekebilirsiniz. Birkaç dakikanızı da buraya ayırmanızı tavsiye ediyorum.

Eski şehirde güzel bir yemek yedikten sonra, kaleye doğru çıkarken yukarından gördüğüm, karşı kıyılara yürümek istiyorum. Yolların tenha oluşu yürümem konusunda beni cesaretlendiriyor. Ne kadar yürümem gerekeceğini yukarıdan bakarken kestirememiştim ancak diğer ucuna kadar yürümek en fazla bir saatimi alıyor.

Balkonları çiçekli, ince yapılı bir kaç katlı binaların arasında neredeyse hiç insana rastlamıyorum. Su kenarında bir kaç balık tutan adam ve arada sırada geçen arabalar var sadece. İskele kenarlarında denize inmek için yapıldığı belli olan metal merdivenler var. Mayıs sonu, hava serin, kimsenin denize girmek gibi bir niyeti yok görünüyor.

Az önce tırmandığım tepeleri karşıdan görecek bir noktaya kadar yürüyorum. Ayaklarımı suya değecek kadar alçak olan bir iskeleye oturup, suyun sesiyle birlikte kendimi dinliyorum. İlk defa gördüğüm bir yerde yapmayı en sevdiğim şey. Güzel, ihtişamlı, heyecan verici ya da sakin bir manzara karşısında oturup düşünmek. Gezilerimin en dinlendirici anları.

Yaşamak istediğim nadir yerlerden biri oldu Kotor. Çok güzel, yeşillikler içinde, denizle birleşen pek çok dere ve nehirle çevrilmiş. Turistler olmasa insan da görmeyeceksiniz.

Uzunca bir süre kenti, denizi ve tepeleri seyrettikten sonra, aynı yoldan geri otobüs garajına geldim. Yine aynı rotayı izleyerek Budva'ya dönüyorum. Deniz kenarları yine hareketli. Parklarda dolaşan insanlar, oyun oynayan, kendi müziklerini yapıp eğlenen gençler görüyorum. Bu ülke hatıralarımda küçük ama oldukça güzel bir yer edinecek.

Yarın sabah Tiran’a, daha bizden olduğunu umduğum ülkeye doğru yola koyuluyorum. Bakalım bizi neler karşılayacak.

Posted by mesuttoker 11:55 Archived in Montenegro Tagged montenegro kotor karadağ Comments (0)

(Entries 41 - 45 of 50) « Page .. 4 5 6 7 8 [9] 10 »